29 Kasım 2014 Cumartesi

Viagra yerine kurbağa suyu



And Dağları'ndaki nehirlere özgü olan Titicaca kurbağası, sağlığa iyi geldiği ve cinsel gücü artırdığı iddiasıyla Peru'da şifalı içecek olarak tüketilmeye başlandı.

AP haber ajansının haberine göre, kurbağa suyu içenlerden biri olan Cecilia Cajuana, içeceğin bronşite de iyi geldiğini düşünüyor. Birçok cafe ve restorandaki akvaryumlarda tutulan kurbağalar, sipariş edildiklerinde kafaları vurularak öldürülüyor ve derileri hızla yüzülüp miksere atılıyor.

Nesli tükenme tehlikesi altında olan Titicaca su kurbağası, Peru'da en popüler içecek haline geldi. Yerli halk tarafından sağlığa iyi geldiği ve cinsel gücü artırdığına inandığı için tercih edilen kaplumbağalar, bal ve şifalı otlarla karıştırılıp miksere atılıyor ve içecek haline getiriliyor.

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından nesli tükenmekte olan canlılar listesine konulan Titicaca kurbağası, Peru'nun yanı sıra Bolivya'da da içecek olarak tercih ediliyor. Halk, kurbağaların astım, kemik erimesine iyi geldiğini ve iktidarsızlığı ortadan kaldırdığına inanıyor.



HİÇBİR FAYDASI YOK

Bilim insanları, Titicaca kurbağalarının suyunu çıkarıp içmenin insan sağlığına bir fayda getirmediğini belirtiyor.

AP'ye açıklama yapan Lima Tıp Yüksekokulu'nın dekanı Tomy Villanueva, 'kurbağa suyunun Federal İlaç İdaresi'nin standartlarıyla uyuşmadığını ve ilaç olarak kabul edilemeyeceğini' ifade etti.

Titicaca kurbağasının içeceğe dönüşmesine neden olan inanışın önüne geçilmezse, maca kökü ve balla sunulan kurbağanın nesli tükenebilir.
 kaynak:www.posta.com.tr


İlgili Aramalar:

28 Kasım 2014 Cuma

Nasıl Zombi Olunur?


 Çağın yeni zombileri tüketim bağımlıları, daha çok tüket... hep tüket... durmadan tüket... hep yenisini al... son çıkanı al... arkadaşın aldı sende al... komşun aldı sende al... uyuşturucu bağımlısı gibi, alkol bağımlısı gibi tüketim bağımlısı ol tüketmek için hiç bir sınır tanıma. Almalısın ne yapıp edip onu almalısın, senin ötekilerden farkın ne? Moralinmi bozuldu alış veriş yap, canınmı sıkıldı alış veriş yap hep al hep al... Sonunda zombi ol.
 Alış veriş yapamıyacak kadar paran yoksa... olsun sen yinede almalısın almak için her yolu denemelisin. Onu çok beğendin, o senin olmalı çünkü komşunda var, arkadaşında almış mutlaka sende almalısın. Dostunu eşini kazıkla yetmedimi onu çıkar ve menfatin için sat neye kaça satarsan sat vee mutlaka al. Olamadımı? Ruhunu sat yine yetmiyormu? geleceğini sat...
 Her şeyin son çıkanını sen al, ucuzmu gördün hemen al, bu sana doyumsuz bir zevkmi veriyor aldığın zevkler seni tatmin etmiyormu? Gözün bütün bu aldıklarına rağmen doymuyormu ?
 Sen tüketim bağımlısı olmuşsun, tüketmeden duramazsın bence dünyanın en zararlı insanısın? Bu hastalıktan kurtulmak istemiyorsun her aldığın şey sana zevk veriyor alamadınmı sinirleniyorsun, çekilmez biri oluyorsun, gözün kimseyi görmüyor bütün ahlaki değerleri yerlere seriyorsun.
 Bitmiyor hep alıyorsun hiç durmuyorsun, tüketiyorsun hep tüketiyorsun ama hiç üretmiyorsun. Daha çok almak için birşeyler satmalısın, gelirin az giderin çok, satacak birşeyin kalmadımı eşini dostunu, ruhunu, hasiyetini, şerefini en sonunda zombi olursun çünkü sen bağımlısın onu almalısın...

Yeşili tüketiyoruz, maviyi tüketiyoruz, tüketirken kendimizide tüketiyoruz, geleceğimizide tüketiyoruz çünki dünya tükendimi insanlık tükenir. Birileri yiyecek ekmek bulamazken birileri sınırsızca tüketiyor... Tüketme tükenme...

Kaç tane ayakkabın var? Kaç tane çantan var?  kaç gömleğin? kaç pantolon, kaç eteğin hepsini giyiyormusun? iki yılda kaç telefon değiştirdin? on yılda kaç araba değiştirdin? İhtayacın olmayanları aldıkça, almaya devam ettikçe evrim geçireceksin tüketim bağımlısı, alış veriş bağımlısı haline geldiğinde zombi olduğunu anlamıyacaksın bile....

Çağın medeni zombileri birey insan olarak, insan vasfından çıkıp başka bir hal almasıdır tüketmek için çalışır, ihtiyacı için değil, daha çok tüketmek için daha çok çalışır, örneğin; bir hafta tatil yapar bir yıl onun borcunu öder, yeni çıkan bir cep telefonu alır iki yıl onun borcunu öder ve tüketim zombisinin borcu hiç bitmez, nasıl zombi olunur diye soranlara işte böyle zombi olunur derim.
atalarımız ne demiş " ayağını yorgana göre uzat " Bende Nefsini gelirine göre uzat, cebindeki paraya göre elini uzat öyle her gördüğüne değil. Ekonomik durumun kadar harca zombi olma.
Yazan: Vatandaş Durmuş


İlgili Aramalar:

23 Kasım 2014 Pazar

Ütüleri hiç böyle görmediniz..



 Ütüler hayatımıza ne zaman girdi? İnsanlık ütüye ne zaman ve niye ihtiyaç duydu? Dünyanın en eski ütüleri.
 İlk ütüler nasıldı? Nasıl ütü yapılırdı? Şimdi bize ilginç gelen bu ütüler için zamanında kimbilir nasılda imrenilmişti.
 İlk ütüler kaç kiloydu? Resimlerle eski ütüler. Kim bilir bu dünyanın en eski ütülerinin ne anıları vardır?
 YUKARDAKİ SORULARIN CEVAPLARINI, BİLGİLERİNİZİ BİZLERLE PAYLAŞIR, YORUMLAR KISMINA YAZARSANIZ ZİYARETÇİLERİMİZDE İSTİFADE EDERLER...
 ...İLGİNİZ VE ZİYARETİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ...




İlgili Aramalar:

Dünya' nın en KORKUNÇ kamera şakası




İzlerken ödünüz patlayacak. +16 dikkat küçüklere izletmeyin şiddet korku içerir. İzledikten sonra daha dikkatli olacaksınız sanırım. İzlerken kendinizi kaybetmeyin. Ben böyle korkunç bir kamera şakası görmedim her şeyiyle müthiş. İzlerken kendinize şunuda sorabilirsiniz, şakalananların yerinde ben olsaydım ne yapırdım sesinizi duyar gibiyim "ALLAH KORUSUN" dergibisiniz.... 



İlgili Aramalar:kertenkele dizisi, atv kertenkele dizisi, kertenkele çalıntı çıktı, kertenkele dizisi orjinal görüntüleri, kertenkele dizisi çalıntımı?

17 Kasım 2014 Pazartesi

Osmanlı fikir akımları, öncüleri ve batılalaşma süreci




OSMANLI SON DÖNEM FİKİR AKIMLARI VE ÖNCÜLERİ BATILALAŞMA SÜRECİ



Osmanlı Fikir Akımları

Osmanlı Devletinde meydana gelen fikir akımları ise Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık ve Ademi Merkeziyetçilik başlıkları altında toplanabilmektedir.


OSMANLICILIK NEDİR?

Osmanlı Devleti’nin kurtarılabilmesi için meşruti bir sistemin kurulması ve bütün halkın bir düşüncede toplanmasının gerekmekte olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’ni oluşturan bütün milletlerin din, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin adalet, hoşgörü, özgürlük ve eşitlik ilkeleri içinde birbirleriyle kaynaştırılmasını hedefleyen fikir akımına Osmanlıcılık adı verilmiştir.

Osmanlıcılık akımı Genç Osmanlılar Cemiyeti tarafından ortaya çıkarılmış bir fikir akımıdır. Genç Osmanlılar Cemiyeti meşrutiyetin ilanını sağlamak için Abdülaziz’in ikna edilmesi gerektiğini savunmuş ve bu fikir doğrultusunda yoğun çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Genç Osmanlılar Cemiyeti'nin çalışmaları duyulunca bazı bu cemiyetin bazı üyeleri tutuklanmıştır. Diğerleri ise yurt dışına kaçabilmeyi başarmışlardır.

Genç Osmanlılar cemiyeti genellikle Babı Ali’nin politikasını eleştirmeye yönelmiştir. Sistemli ve devamlı çalışmalar gösterilmemiş olmasına rağmen mevcut politikaların eleştirilmeye başlanması, yüzyıllar boyunca yapılan her muameleye boyun eğen Türk Halkının uyanış sürecine girdiğinin bir göstergesi olarak nitelendirilmiştir.

Kısaca Osmanlıcılık akımı sayesinde;

1. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat ve Islahat Fermanlarının yapılması sağlanmıştır.

2. Meşruti yönetime geçilerek dini ve etnik kimliğe bakılmaksızın bütün Osmanlı vatandaşlarına yönetimde temsil hakkı tanınması sağlanmıştır.

Ancak milliyetçilik düşüncesinin güçlenmeye başlaması, Osmanlı yönetiminde yaşayan azınlıkların ısrarla bağımsız olmak istemeleri ve Avrupalı devletlerin azınlıkları koruma ve kışkırtma çalışmaları Osmanlıcılık fikir akımını zayıflatmıştır.


İSLAMCILIK NEDİR?

Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden güçlenmesi ve eski haline gelmesi için Genç Osmanlıların meşrutiyete dayanan Osmanlıcılık sistemini kabul etmesine karşılık, II. Abdülhamit istibdada dayanan İslamcılık sistemiyle bu güce kavuşulabileceğini düşünmüş ve bu fikir akımının yaygınlaşması için çalışmalarda bulunmuştur.

Kısaca İslamcılık; hangi milletten olursa olsun bütün Müslümanların halife etrafında birleşmesini hedef alan bir düşünce akımıdır.

İslamcılık düşüncesinin ortaya çıkış nedenleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ilişkilerde bozulmalar görülmeye başlamıştır.

2. Müslüman ülkelerin Avrupalı Devletlerin sömürgesi haline gelmeye başlaması İslam Devletleri tarafından hoş karşılanmamaya başlamıştır.

3. Hristiyan ülkelerin İslam coğrafyasında başlattıkları sömürgecilik faaliyetleri İslam bilginlerinin, İslam birliğini sağlama konusunda propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Yapılan sömürgecilik faaliyetleri İslamcılık düşüncesinin benimsenmesini kolaylaştırmıştır.

4. Mebusan Meclisi’nin kapatılmasından sonra II. Abdülhamit’in Batıya karşı bir İslam birliği kurma düşüncesi devlet politikası haline gelmiştir. İslamcılık düşüncesine ve bu akıma verilen desteklere rağmen, Müslüman toplulukların Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmayıp ayrılmaları bir türlü engellenememiştir.

Avrupa’da gelişen Pan Germenizm, Pan Slavizm ve Afganlı Cemaleddin’den esinlenen II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nde ki Müslüman topluluklarının dağılmasını engellemek için İslamcılık akımını desteklemiş ve sistemli bir şekilde bu düşünce akımını Osmanlı Devleti iç politikası haline getirmiştir.

İslamcılık akımının başarıya ulaşamadığının göstergesi kısaca aşağıda verilen örneklerle açıklanabilir:

1. Balkan Savaşları sırasında Müslüman olan Arnavutluk halkı bağımsızlığını ilan etmiştir.

2. Halife’nin I. Dünya Savaşı sırasında kutsal cihat çağrısı yapması fayda vermemiş, beklenen etki görülememiştir.

3. I. Dünya Savaşı’nda Müslüman Arapların İngilizlerle birlikte hareket edip Osmanlı Devleti’ni arkasından hançerlemesi bu akımın ne denli az bir etki sağladığının göstergesidir.



TÜRKÇÜLÜK NEDİR?

Türkçülük akımı II. Meşrutiyet döneminde bir kültür akımı olarak ortaya çıkmıştır. 19’uncu yüzyılın ortalarında Avrupa’ya öğrenime gönderilen Tanzimat Dönemi gençleri ve sürgüne gönderilen Genç Osmanlılar batılı Türkologların yaptıkları çalışmalardan etkilenmişlerdir.

Osmanlıcılık ve İslamcılık akımında başarı elde edilememesi neticesinde, Türkçülük akımı zamanla siyasal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Tarihte Türkçe konuşulan yerlerdeki ulusların Türk kökenli olduğu savunulmuştur. Bu birliğin sağlanabilmesi için ise Türklerin tarihleri incelenmiş, tarihte aynı dil, din, ülkü ve soy birliğini sağlayan Türk topluluklarının bir çatı altında birleştirilmesi gerektiği düşüncesi kabul edilmiştir. Türkçülük akımın ana hedefi bu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun ancak Türkçülük kavramının kabulü ve çizdiği yollarda gidilerek sağlanabileceği düşünülmüştür. Yapılan politikalar, çalışmalar bu düşünce yapısının çerçevesinde gelişmeye başlamıştır.

Türkçülük akımının güçlenmesindeki etkenler kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Osmanlıcılık ve İslamcılık akımının beklenen etkiyi yaratmaması ve başarısızlıkla sonuçlanması bu akımın güçlenmesini sağlamıştır.

2. Yönetimi ellerinde bulunduran İttihatçılar Türkçülük akımını desteklemişlerdir.

3. Bağımsızlıklarını kazanan Balkan uluslarının birleşerek Osmanlı Devleti’ne saldırması ve yapılan mücadelelerde birçok Türk’ün mağdur olması, zorluklarla karşılaşması, halkın bu akıma doğru yönelmesini sağlamıştır.

4. Avrupa’da görülmeye başlayan milliyetçilik akımları ve Avrupalı Devletlerin Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkları, gayrimüslimleri kışkırtma faaliyetleri sonucunda iki topluluk arasında meydana gelen üzücü olaylar, halkın bu akım etrafında toplanmasını hızlandırmıştır.

5. Rusya ve Avrupa’da yaşayan Türklerin baskılar sonucunda Anadolu’ya göç ettirilmeleri, meydana gelen bu göçün başlama sebepleri, halkın yaşadığı büyük sıkıntılar, Osmanlı topraklarında yaşayan Türk halkının milli duygularını kabartmış ve bu akıma yönelmelerini sağlamıştır.

Türkçülük akımının en önemli kişilerinden biri olan Ziya Gökalp fikirleri ile Türkçülüğü şekillendirmiş, Jön Türk ideolojisiyle Tük inkılâbı arasında güçlü bağlar kurmuştur. Türkçülük akımına bilimsel ve toplumsal bir boyut kazandırmayı başarmıştır.

Ziya Gökalp’e göre Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu ve eski gücüne kavuşması üç temel esas üzerine meydana gelebilecektir.

Bu esaslar kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Toplumun aynı dilde, ahlakta, sanatta, hukukta vb. unsurlarda her daim Türk kültürüne bağlı kalınması,

2. Toplumun İslam ümmetinden olduğunun unutulmaması ve bu düşünceye sadık kalınması,

3. Bilim, teknik, teknoloji vb. alanlarda her zaman Batı’nın örnek alınması ve çalışmaların bu doğrultuda yapılması gerekliliğidir.

Bütün bu yollarla Türkçülük akımından destek alan ve her fırsatta Türkçülük akımını destekleyen İttihat ve Terakki Partisi, bütün Türkleri tek bir bayrak altında birleştirmeyi amaçlayan Turancılık (Pantürkizm) düşüncesini benimsemiş ve bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına girmesini sağlamıştır. Kaybedilen bu savaş neticesinde böyle bir fikrin mümkün olmayacağı, yalnızca bir hayal olabileceği, imkansız bir düş olabileceği anlaşılmıştır.

Bunun yanı sıra Mustafa Kemal tarafından başlatılan Anadolu Milliyetçiliği düşüncesi halk tarafından benimsenmiş ve Kurtuluş Mücadelesi Milliyetçilik düşüncesinin etrafında gerçekleşmiştir.


BATICILIK NEDİR?

Osmanlı Devleti 18‘inci yüzyıldan itibaren giderek Avrupalı Devletler karşısında gerilemeye başlamıştır. Dönemin aydınları ve ileri gelenlerinde Avrupalılara karşı bir özenti durumu görülmüştür. Avrupa Devletlerine karşı sempati besleyen kişiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin giderek gerilemesi, Batılılaşma çabalarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Süleyman Nafiz, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Ahmet Muhtar'ın yaptığı Batıcılık akımı, batının üstün olduğunu ve batıya özenilmesi gerekildiğini savunmaya çalışmıştır. Batıcılık akımı üyeleri Avrupa'nın üstünlüğü konusunda hem fikir olmuşlar fakat din, gelenek, örf ve adetler konusunda aralarında fikir uyuşmazlıkları yaşamışlardır. Batıcılık görüşünün temelini, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma yoluyla kurtulabileceği ve eski gücüne kavuşabileceğini düşüncesi oluşturmuştur.

Başlangıçta Askeri alanda yoğunlaşan Batılılaşma hareketleri zamanla diğer alanlara yayılmış ve II. Meşrutiyet döneminde fikir akımı olarak Osmanlı Siyasetine yön vermiştir. Batıcılık akımı giderek daha sistemli bir hal almış ve devleti oluşturan tüm unsurlarda etkisini göstermeye başlamıştır.

Batıcılık görüşünü benimseyenler Meşrutiyetle yapılan değişikliklerin yetersiz kaldığını savunmuşlardır. Siyasi değişimle birlikte hukuksal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda da Batılılaşmanın gerekli olduğunu savunmuşlardır.

Batıcılık görüşünü savunanların bazıları, İslam’ın kurallarının üstünlüğü çerçevesinde batılılaşmanın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Bu gruptaki kişilere Ilımlı Batıcılar adı verilmiştir. Bu akımın öncülüğünü Celal Nuri üstlenmiştir. Bu akımı benimseyenler; Osmanlı Devleti üzerinde düşmanca emelleri olan Avrupalılardan her şeyin alınmasına gerek olmadığını, yalnızca teknolojisinden faydalanılması gerektiğini savunmuşlardır.

Ilımlı batıcıların karşısında ise Aşırı Batıcılar grubu oluşmaya başlamıştır. Öncülüğünü Abdullah Cevdet’in üstlendiği Aşırı Batıcılar, her şekilde Batılılaşmanın şart olduğunu savunmuşlardır. Batı medeniyetinden başka bir medeniyet olmadığını, bu medeniyete ait her şeyden faydalanılması gerektiğini ve Osmanlı Devleti’nin çöküş sebebinin bilgisizlik ve eğitim eksikliği olduğunu savunmuşlardır.

Türkçülüğün “Turan” anlayışına karşı “İrfan” anlayışını benimseyen Aşırı Batıcıların savundukları düşünceler kısaca şu şekilde sıralanabilir:

1. Tek kadınla evlenilmesi,

2. Kadın özgürlüğünün sağlanması,

3. Şeriat mahkemeleri yerine laik mahkemelerin kurulması,

4. Batılı bir medeni kanunun kabul edilmesi,

5. Tekke ve zaviyelerin kapatılarak modern mekteplerin kurulması,

6. Sarık ve benzeri başlıklar fesin kaldırılıp yerine modern bir başlık kullanılması,

7. Batılıların mali ekonomik tutsaklığında kurtulmuş, milli bir ekonominin olması,

vb. fikirlerin gerekli olduğu, ancak bu sayede ülkenin kurtuluşa kavuşacağı öngörülmüştür.


ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK NEDİR?

Ademi Merkeziyetçilik akımının öncülüğünü Ahrar Fırkası kurucusu Prens Sabahattin’in üstlenmiştir. Bu fikir akımının düşünceleri Osmanlı Devleti’nde resmi devlet politikası olarak uygulamaya sokulmuştur.



Bu fikir akımın görüşleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Osmanlı Devleti hükümetinin merkezi yetkileri azaltılmalıdır.

2. Devlet içindeki çeşitli unsurların yönetime katılması gerekmektedir.

3. Liberal ekonomiye geçiş yapılmalıdır.

4. Federal Devlet modeli uygulanmalıdır.

Ademi merkeziyetçilik diğer akımlar gibi istenen başarıya bir türlü ulaşamamıştır. Tüm akımlarda olduğu gibi Ademi Merkeziyetçilik akımı da vatanın düşmüş olduğu buhranlı durumdan bir an önce kurtarılması için uğraşmıştır. Fakat milliyetçilik akımının hızla yayılması, fikir akımlarının halk tarafından yeterince anlaşılamaması, Osmanlı Devleti’nde meydana gelen iç karışıklıklar ve dış baskılar sebebiyle, fikir akımlarının getirilerinden istenildiği kadar, tam anlamıyla verim sağlanamamıştır.

KAYNAK: tarihin.com






OSMANLI DÖNEMİNDE BATILALAŞMA


Batılılaşma ve Türkiye Tarihindeki Batılılaşma Denemeleri II

      III. Selim’den sonra Batılılaşma hareketlerini II. Mahmud devam ettirmiştir. Yeniçeri Ocağını kaldırarak, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adı ile yeni bir ordu kurmuştur. Bunun yanında askeri alanda birçok yenilikler yapmıştır.
     Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere batılılaşma adı verilen hareketin esası, İkinci Mahmud devri sonuna kadar, sadece askeri ve teknik sahada ilerlemek ve bunun için batının lüzumlu olan ilminden istifade etmekti. Bu gaye ile gerekli bütün teşebbüsler yapıldı. Ancak bu çalışmalar, daha çok Avrupalı subay ve uzmanların kontrolünde oluyordu. Oysa yeni kurulan askeri ve teknik müesseseleri, mektepleri devam ettirebilmek ve bunlardan büyük ölçüde faydalanabilmek için, kendi insanını yetiştirmek lazımdı. Bunun için, ilk defa, 1827′de Paris’e öğrenci gönderildi ve sonraki yıllarda da bu uygulama devam etti.


     Batılılaşmanın askerî-teknolojik sahadan siyasî-idarî, hukukî ve iktisadî sahalara doğru resmen genişlemesi Tanzimat’la gerçekleşti. Tanzimat devrindeki Batılılaşma hareketiyle, Batının tekniğinin yanında kültürü de Osmanlı coğrafyasına girmiş bulundu. Tanzimat fermanının ilanı, meşrutiyetlerin ilanına ve anayasalcılığa da zemin hazırlamış oldu. Ayrıca iktisadi olarak benzemeyle Osmanlı, Batılı devletlerin de sömürü alanı olmasını sağladı.
     Tanzimat dönemi Osmanlı batılılaşmasının zirve noktasını teşkil etmektedir. Bürokratlar Avrupa’da yetişip ülkeye dönmekte ve Avrupai politikalar izlemektedir. Ayrıca Osmanlı’daki 19. yüzyıl fikir akımlarının çoğunun beslendiği yer Avrupa olmakla birlikte ‘Jön Türkler, Yeni Osmanlıcılar’ gibi gruplar Avrupa’da teşkilatlanmışlardır.

 Osmanlı Devleti, Batılılaşma kavramıyla 17. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler neticesinde 18. yüzyılın başlarında tanışmıştır. O zamana kadar Osmanlı, birçok alanda Batıdan ilerideydi. Ancak Batının ilerleyen tekniği karşısında Osmanlı hiçbir şey yapamamış ve nihayetinde 1699’da ilk toprak kaybını yaşamıştır. Bu olay, Osmanlı’nın Batının tekniği karşısında geri kaldığını anlamasına ve ilerdeki Batılılaşma hareketlerinin başlamasına zemin oluşturmuştur.
     Osmanlı’daki Batılılaşma hareketlerinin başlangıcını Lale Devrinin(1718-1730) başlaması olarak alabiliriz. Pasarofça Anlaşmasının imzalanmasıyla Osmanlı Devleti bir duraklama içerisine girdi. Batı ile aradaki mesafeyi kapatmak için bu dönemi fırsat olarak kullanmaya çalışan Osmanlı Devleti Batıya elçiler gönderdi, ticaret, sanat ve kültür hayatı gelişti. Bu sırada Paris’e giden Yirmisekiz Mehmed Çelebi, burada birçok müesseseleri gezdi ve raporlar sundu. Oğlu Mehmed Said Efendi ise ilk Türk matbaasının açılması için izin istedi. Şeyhülislam Abdullah Efendi, matbaanın çok hayırlı bir hizmet olacağına ve açılması gerektiğine dair fetva verdi ve matbaa kuruldu. Rochfart isminde bir Fransız subayına Osmanlı ordusunun ıslahı için rapor hazırlatıldı.

     Sultan I. Mahmud (1730-1754), Sultan III. Mustafa (1757-1774) ve Sultan III. Selim (1789-1807) devirlerinde de bu faaliyetler devam etti. Hatta batılılaşma hareketlerinin başlangıcı olarak III. Selim’i temel alan görüşler de azımsanmayacak kadardır. Elbette III. Selim bu yolda çok çaba sarf etmiştir. Batılılaşma hareketlerini askeri alana yoğunlaştırmış, bozulan Yeniçeri ocağına karşı Nizam-ı Cedidi kurmuştur. Ancak bu durum Yeniçerilerin hoşuna gitmediğinden canından olmuştur.

Cumhuriyet’in Kurulması Sürecinde Batılılaşmanın Etkisi

     Batılılaşma hareketleri, Osmanlı yıkıldıktan sonra da Cumhuriyetin kurulmasıyla devam ettirilmiş ve devrim niteliğini almıştır. Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki Batılılaşma hareketleri Osmanlı’dakinden çok daha fazla olmuştur. Zira I. Dünya Savaşıyla parçalanan bir imparatorluğun merkezinde ve emperyalist devletlere karşı yeni bir savaş sonucunda kurulmuş bir devlet olduğunu ve her şeye yeniden başlandığını göz önünde bulunduracak olursak, devletin Batılılaşma hareketine nasıl sarıldığını bir nebze anlayabiliriz. Ancak bu Batılılaşma tepeden aşağıya ve dayatılmış bir harekettir ve halk nezdinde tezahürü kolay olmamıştır. Bu açıdan Tanzimat’la Cumhuriyet devri uygulamaları arasında esasta fark yoktur. Halk ise bu hareketlere hemen her zaman karşı çıkmış, istikrahla karşılamıştır. Bu nedenle batılılaşma, aynı zamanda idareci kadro ve aydınlarla halkın arasının gittikçe açılmasını, hatta bu farklılaşmanın düşmanlığa dönüşmesini de ifade eder. İlerici gerici sınıflandırmaları yine böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Batılılaşmanın empoze edildiği ülkelerde demokratik bir geleneğin yerleşememesi de bu tarihî birikimle yakından ilgilidir. Çünkü olup biten şeyleri halk ne istemiştir, ne olması için gayret sarf etmiş, ne de benimsemiş, içine sindirmiştir.

     Türkiye, tek partili yönetimden çok partili yönetime kadar Batılılaşma süreci içerisinde bulunmuştur. Çok partili hayata geçişle birlikte sanayileşme ve kapitalizme ayak uydurma süreci başlamıştır. Bu da modernleşmenin başladığının göstergesidir. Bu süreçten liberalleşmeye kadar olan süreç, Türkiye için modernleşme sürecidir. Ve liberalleşmeyle birlikte Türkiye, küreselleşen dünyaya ayak uydurmaya başlamıştır.

İlgili Aramalar:
İlgili Aramalar:

1. Dünya Savaşında Osmanlı Cepheleri



1. DÜNYA SAVAŞINDAKİ CEPHELER.
1. DÜNYA SAVAŞINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU CEPHELERİ

    Kafkasya Cephesi (1914-1918), Rusya'ya karşı.
    Sina ve Filistin Cephesi (1914-1918), Büyük Britanya'ya karşı.
    Irak Cephesi (1914-1918), Büyük Britanya'ya karşı.
    Hicaz-Yemen Cephesi, Büyük Britanya'ya ve Araplara karşı.
    Çanakkale Cephesi (1915), Büyük Britanya'ya ve Fransa'ya karşı.

İkinci Dereceden Cepheler

    İran Cephesi (1914-1918), Rusya ve İngiltere'ye karşı.
    Galiçya Cephesi (1916-1917), bir Osmanlı kolordusu 1916-17'de Berezhany kasabası çevresinde Rusya'ya karşı Avusturya-Macaristan safında savaşmıştır.
    Balkan Cephesi (1916-1918), 10. ve 20. Osmanlı Kolordusu Alman, Avusturya ve Bulgar birlikleriyle beraber Büyük Britanya'ya, Fransızlara ve Sırplara karşı savaşmıştır.

Osmanlı donanmasının Rus gemi ve limanlarına saldırması üzerine 1 Kasım 1914 günü Rus ordusu Kafkasya’da sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdi. Hemen ardından 2 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Osmanlı Devleti buna 14 Kasım'da Cihad-ı Ekber ilanıyla karşılık verdi.

 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI



Nedenleri:

1. Avrupalı devletlerin sömürgecilik faaliyetleri, hammadde ve pazar rekabeti.

2. Almanya ve İtalya’nın sömürgeciliğe başlamaları.

3. İngiltere ve Fransa’nın, Almanya’ya karşı silahlanmaya başlaması.

4. Rusya’nın ideallerini gerçekleştirme isteği.

5. Balkanlar’da Slav - Germen çekişmesi.

6. Fransız İhtilali’nin doğurduğu milliyetçilik akımı.

7. Fransa’nın Alsace-Loraine’i Almanya’dan almak istemesi.

8.  Avusturya-Macaristan prensinin Saraybosna’da bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi (28 Haziran 1914).



I. Dünya Savaşı Öncesi Oluşan Bloklar

İttifak (Bağlaşma) Bloğu    


 İtilaf (Anlaşma)Bloğu

Almanya

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu

İtalya


İngiltere

Fransa

Rusya



İtalya, İttifak grubunda iken Antalya ve çevresinin kendisine bırakıldığı gizli Londra Antlaşması ile İtilaf Grubu’na geçmiştir.

Bulgaristan Çanakkale Savaşı’ndan sonra İttifak Grubu’na katılmıştır.



Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na Girme Nedenleri

1. İttihatçıların Almanlara sempati duyması.

2. Alman desteği ile devletin kurtulacağına inanılması.

3. Osmanlı Devleti’nin Almanya ile gizli bir anlaşma yapması (2 Ağustos 1914).

4. Osmanlı Devleti’nin siyasi yalnızlıktan kurtulmak istemesi.

5. Osmanlı Devleti’nin, İngiltere ve Fransa’nın ekonomik baskılarından kurtulmak istenmesi.

6. Osmanlı Devleti’nin kaybettiği toprakları geri almak istemesi.

7. Osmanlı coğrafyasının jeopolitik önemi.



Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni I.Dünya Savaşı İçine Çekme Nedenleri

1. Almanya’nın halifelik makamını kullanarak İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırmak istemesi.

2. Almanya’nın yeni cepheler açarak İtilaf devletlerinin kendi üzerindeki baskısını hafifletmek istemesi.

3. Almanların, İngilizler’in Osmanlı toprakları üzerinden geçen Uzak Doğu sömürge yollarını ele geçirmek istemesi.

4. Almanya’nın Musul-Kerkük petrollerinden yararlanmak istemesi.

5. Almanya’nın, İtilaf devletlerinin Boğazlar yoluyla Rusya’ya yardım göndermesini önlemek istemesi.

6. Almanların İngilizlerden kaçan Goben ve Breslav adlı gemileri Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır.

7. Osmanlı, gemileri satın aldığını açıklamış ve gemilerin adlarını Yavuz ve Midilli olarak değiştirmiştir.

8. Bu gemiler, Rusya’nın Sivastopol ve Odesa limanlarını bombalamıştır.

9. Ruslar bunun üzerine Karadeniz sahillerine ve Doğu Anadolu'ya saldırmıştır.



OSMANLI DEVLETİ’NİN I.DÜNYA SAVAŞI’NDA SAVAŞTIĞI CEPHELER

   Topraklarımızda Savaştığımız Cepheler     Topraklarımız Dışında Savaştığımız Cepheler

          1. Kafkas Cephesi                                              1. Makedonya

          2. Kanal Cephesi                                                2. Galiçya Cephesi

          3. Filistin-Suriye Cephesi                                 3. Romanya

          4. Irak Cephesi

          5. Çanakkale Cephesi

          6. Hicaz-Yemen Cephesi



Kafkas Cephesi

Cephenin Açılma Nedenleri :

1. İttihatçıların Orta Asya’daki Türkleri birleştirme ve Hindistan’a kadar toprakları genişletme isteği.

2. Almanların Bakû petrollerini ele geçirmek için Osmanlı’yı kışkırtması.

3. Rusların Doğu Anadolu’ya saldırmasıyla mücadele başlamıştır (1 Kasım 1914).

4. Enver Paşa Sarıkamış’ta Ruslara karşı cephe açmıştır.

5. 90.000 asker Allahuekber Dağları’nda soğuktan donarak şehit olmuştur (Sarıkamış Faciası).

6. Ruslar, Doğu Anadolu’yu işgal etmiştir.

7. M. Kemal Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri almıştır (1914).

8. Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkmıştır (1917).

9. Rusya Brest Litowsk Antlaşması ile I.Dünya Savaşı’ndan çekilmiş; Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı Devleti’ne bırakmıştır (3 Mart 1918).



Kanal Cephesi

Cephenin Açılma Nedenleri :

1. Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı İngilizler’den geri alma düşüncesi.

2. Osmanlı Devleti’nin, İngilizler’in Uzak Doğu sömürgeleriyle olan bağlantısını kesmek ve Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek istemesi.

3. Cephede mücadele 3 Şubat 1915’te başlamıştır.

4. Almanya’nın desteği ile iki kez harekat düzenlenmiştir.

5. Osmanlı Devleti başarılı olamamıştır (1916).



Suriye ve Filistin Cephesi

Cephenin Açılma Nedenleri :

1. Osmanlı Devleti’nin İngilizler’in Süveyş’ten kuzeye doğru ilerleyişini durdurmak istemesi.

2. İngilizler Halep’e kadar ilerlemiştir (1918).

3. Yıldırım Orduları Komutanı M.Kemal Paşa, İngilizler’i Halep’in kuzeyinde durdurmuştur.

4. Misak-ı Milli’nin Suriye sınırı çizilmiştir.



Irak Cephesi

Cephenin Açılma Nedenleri :

1. İngilizler’in Rusya’ya yardım ulaştırmak istemesi.

2. İngilizler’in Musul-Kerkük petrollerine sahip olmak istemesi.

3. İngilizler’in Hint deniz yolunun güvenliğini sağlamak istemesi.

4. İngilizler’in Basra’ya çıkarma yapmasıyla başlamıştır.

5. Türk ordusu Kut-ül Amare’de başarılı olmuş ise de, İngilizler Bağdat’ı ele geçirmiştir (11 Mart 1917).



Çanakkale Cephesi

Cephenin Açılma Nedenleri :

1. İtilaf Devletleri’nin Rusya’ya yardım göndermek istemesi.

2. İtilaf Devletleri’nin Boğazlar’ı ele geçirerek, Osmanlı’nın İttifak Devletleri ile bağlantısını kesmek ve Osmanlı’yı saf dışı etmek istemesi.

3. İtilaf Devletleri’nin Balkan devletlerini yanlarına çekmek istemesi.

4. Osmanlı’nın Kafkas ve Kanal cephelerinden çekilmesinin sağlanmak istenmesi.



İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı’na saldırmış, savaş başlamıştır (19 Şubat 1915).

Mayınlı boğazlardan İtilaf Devletleri geçememiştir.

İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası’na ve boğazın iki yakasına asker çıkarmıştır. Türk askeri Gelibolu, Conkbayırı, Anafartalar’da başarı elde etmiştir Mustafa Kemal bu cephede başarılar kazanmıştır.

Düşman askerleri sekiz ay sonra savaştan çekilmek zorunda kalmıştır (9 Ocak 1916).



Çanakkale Savaşı’nın Sonuçları :

1. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı, yalnız bu cephede başarılı olmuştur.

2. Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı’nın uzamasına neden olmuştur.

3. 500.000 insan ölmüştür.

4. M. Kemal; önce albay, daha sonra da general olmuş, yurt içinde ve dışında tanınmıştır.

5. Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa katılmıştır.

6. Rusya’da Bolşevik İhtilali olmuş, SSCB kurulmuştur.

7. Kafkas Cephesi kapanmıştır.

8. Zafer, tutsak milletlere bağımsızlık mücadelesinde bir örnek oluşturmuştur.



Hicaz-Yemen Cephesi

Cephenin Açılma Nedeni :

1. Osmanlı Devleti’nin kutsal yerleri İngilizlerden korumak istemesi.

2. İngilizler Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtmıştır.

3. Fahrettin Paşa İngilizler’le ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile mücadele etmiş, başarılı olunamamıştır.



Galiçya, Romanya ve Makedonya Cephesi

Cephenin Açılma Nedeni :

1. Osmanlı Devleti’nin; müttefiklerine (özellikle Almanlara) yardım etmek istemesi.

2. Osmanlı; Rusya, Romanya ve Fransa ile mücadele etmiş, fakat başarılı olamamıştır.



Notlar:

Mustafa  Kemal; Kafkas, Çanakkale ve Suriye-Filistin cephelerine katılmıştır.

Kafkas ve Kanal cepheleri taarruz cepheleridir ve bu cephelerin açılmasında Almanya’nın isteği etkili olmuştur. Kanal cephesinde Almanlar cephane yardımı da yapmışlardır.

Osmanlı Devleti Galiçya, Romanya ve Makedonya Cephesi’nde kendi sınırları dışında savaşmıştır.

Brest-Litowsk Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Berlin Antlaşması ile Rusya'ya verdiği Kars, Ardahan ve Batum'u geri almıştır.

Osmanlı'nın kazandığı tek cephe Çanakkale'dir.

Başta kazanılmaya çalışılıp kaybedilen cephe Irak'tır.


 OSMANLI DEVLETİ’Nİ PAYLAŞMAK İÇİN İMZALANAN

GİZLİ ANTLAŞMALAR


Boğazlar Antlaşması (1915)

İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanmıştır.

İstanbul ve Boğazlar, Rusya’ya bırakılmıştır.



Londra Antlaşması (1915)

İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında imzalanmıştır.

İtalya’ya Antalya ve çevresi ile Oniki Adalar bırakılmıştır.

İtalya bu antlaşmadan sonra İtilaf Grubu’na katılmıştır.



Petrograt Protokolü (1916)

İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında imzalanmıştır.

Rusya’ya Boğazlar’a ek olarak Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon’a kadar olan Doğu Karadeniz bölgesi bırakılmıştır.



Sykes-Picot Antlaşması (1916)

İngiltere ve Fransa arasında, İtalya’dan gizli olarak yapılmıştır.

Rusya; Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’nun kendisine verilmesi şartı ile bu anlaşmayı kabul etmiştir.

Fransa’ya; Adana, Hatay, Suriye kıyıları ve Lübnan bırakılmıştır.

İngiltere’ye Musul hariç Irak bırakılmıştır.

Suriye’nin diğer bölgeleri ile Musul ve Ürdün’ü kaplayan bölgede Büyük Arap Krallığı kurulması kararı alınmıştır.

Arap Krallığı İngiliz ve Fransız himayesinde olacaktır.

Özerk bir Filistin Devleti kurulacaktır.

Bu antlaşma ile Araplar, İngilizler’in yanında Osmanlı’ya karşı savaşmıştır.



Not :

Antlaşmanın İtalya’dan gizli yapılmasında, İtalya’nın aktif olarak I.Dünya Savaşı’na katılmaması etkili olmuştur.



Saint-Jean De Maurienne Antlaşması (19 Nisan 1917)

İtalya, kendisinden gizli olarak imzalanan Sykes Picot Antlaşması’na tepki göstermiştir.

Konya, Antalya, Aydın ve İzmir çevresi İtalya’ya bırakılmıştır.



Mc Mahon Antlaşması

İngilizler Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtmıştır.

Araplara Büyük Arap Krallığı kurma sözü verilmiştir.



Not 1: Rusya’da Bolşevik İhtilali olmuştur. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Rusya’ya bırakılan toprakların yarısında Özerk Kürt Devleti oluşturmayı, diğer yarısını da Ermenistan’a vermeyi kararlaştırmışlardır.

Not 2: Bolşevik Rejimi gizli antlaşmaları açıklayınca, gizli antlaşmalar uygulanma zemini bulamamıştır.

Not 3: Gizli Antlaşmalara tepki olarak Wilson İlkeleri yayınlanmıştır.



WİLSON İLKELERİ

ABD Başkanı Wilson, gelecekte yapılacak barışın ilkelerini açıklamıştır (8 Ocak 1918).

Buna göre:

1. Yenen devletler, yenilen devletlerden toprak ve tazminat almayacak.

2. Devletlerarasında gizli herhangi bir antlaşma yapılmayacak, antlaşmalar açık olarak yapılacak.

3. Devletlerarasında eşitlik sağlanacak, uluslararası ekonomik engeller kaldırılacak.

4. Ülkeler arasında silahlanma yarışına son verilecek.

5. Alsace – Loraine Fransa’ya geri verilecek.

6. İşgal edilen Rus toprakları boşaltılacak.

7. Belçika yeniden kurulacak.

8. Uluslararası anlaşmazlıkları barış yoluyla çözmek için Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) kurulacak.

9. Boğazlar her devlete açık olacak.

10. Türk egemenliği altında yaşayan diğer milletlere kendini yönetme hakkı verilecek.

11. Osmanlı Devleti’nin Türk bölgelerine egemenlik hakkı verilecek.



Not:

İtilaf Devletleri, toprak elde etmek için Paris Barış Konferansı’nda manda ve himaye fikrini ortaya atmıştır.

Not:

İtilaf Devletleri, Wilson İlkeleri’ne ters düşmemek için Mondros Antlaşması’na 7. ve 24. maddeleri koymuşlardır.



ATEŞKES ANTLAŞMALARI

Rusya; Brest-Litowsk Antlaşması ile (3 Mart 1918).

Bulgaristan Selanik Antlaşması ile (29 Eylül 1918).

Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması ile (30 Ekim 1918).

Avusturya Villa Gusti Antlaşması ile (3 Kasım 1918).

Almanya ise Rethondes Antlaşması ile (11 Kasım 1918) savaştan çekilmişlerdir.



I.DÜNYA SAVAŞI’NI BİTİREN

BARIŞ ANTLAŞMALARI

Savaşı bitiren barış antlaşmalarının metni Paris Barış Konferansı’nda hazırlanmıştır (18 Ocak 1919).



Versailles Barış Antlaşması (28 Haziran 1919) Almanya ile imzalanmıştır.

Almanya;

Alsace-Loraine’i Fransa’ya bırakmıştır.

Bir kısım topraklarını Belçika ile yeni kurulan Litvanya, Polonya ve Çekoslovakya’ya bırakmıştır.

Sömürgeleri galip devletler arasında paylaşılmıştır.

Avusturya ile haberleşmeme sözü vermiştir.

Zorunlu askerlik kaldırılmıştır.

Ağır silahlara sahip olması yasaklanmıştır.

Savaş tazminatı ödemeyi kabul etmiştir.



Saint-Germain Barış Antlaşması (10 Eylül 1919) Avusturya ile imzalanmıştır.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu iki ayrı devlet olmuştur.

Avusturya; Macaristan, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın bağımsızlığını tanımıştır.

Avusturya’da zorunlu askerlik kaldırılmıştır.

Avusturya, Milletler Cemiyeti’nin onayını almadan Almanya ile birleşmemeyi kabul etmiştir.



Neuilly Barış Antlaşması (27 Kasım 1919) Bulgaristan ile imzalanmıştır.

Bulgaristan; Güney Dobruca’yı Romanya’ya, Batı Trakya’yı Yunanistan’a, bir kısım topraklarını ise Yugoslavya’ya bırakmıştır.

Bulgaristan’da zorunlu askerlik kaldırılmıştır.

Deniz ve hava kuvveti bulunmayacak, orduda asker sayısı 25.000 kişiyi geçmeyecek.



Trianon Barış Antlaşması (4 Haziran 1920) Macaristan ile imzalanmıştır.

Macaristan;

Topraklarının büyük kısmını Romanya, Çekoslovakya ve Yugoslavya’ya bırakmıştır.

Macaristan’da zorunlu askerlik kaldırılmıştır.

Deniz ve hava kuvvetleri bulunmayacaktır.



Sevr Barış Antlaşması (10 Ağustos 1920) Osmanlı Devleti ile imzalanmıştır.

Mebusan Meclisi kapalı olduğundan anlaşma onaylanmamış ve uygulanamamıştır.

Osmanlı Devleti'nin imzaladığı son antlaşmadır.



Notlar:

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu iki ayrı devlet olmuştur.

Neuilly Antlaşması ile Bulgaristan’ın Ege Denizi ile bağlantısı kesilmiştir.

Trianon Antlaşması, ileride çıkacak azınlıklar meselesinin zeminini hazırlamıştır.

Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın imzaladığı son antlaşmadır, Mebusan Meclisi dağıtıldığından onaylanmamış ve uygulanmamıştır.



I. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

1. Savaştan en karlı devlet İngiltere çıkmış ve Avrupa’nın en güçlü devleti olmuştur.

2. Fransa, Almanya’nın etkisinden kurtularak ikinci güçlü devlet haline gelmiştir.

3. İtalya, Avusturya’dan toprak almış ve Oniki Adalar’a hakim olmuştur.

4. Rus, Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları yıkılmış yeni milli devletler kurulmuştur.

5. Litvanya, Letonya, Estonya, Finlandiya, Yugoslavya, Çekoslovakya, Polonya, Macaristan, SSCB kurulan yeni devletlerdir.

6. Avrupa’da denge boşluğu meydana gelmiştir.

7. Yenilen devletlerde rejim değişikliği olmuştur.

8. Dünya barışını sağlamak için merkezi Cenevre’de olan Milletler Cemiyeti kurulmuştur.

9. Sömürgeciliğin yerini manda ve himayecilik almıştır.

10. Sınırlar çizilirken “milliyetçilik” ilkesi dikkati alınmadığından “azınlıklar” meselesi çıkmıştır.

11. I. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmalar, II. Dünya Savaşı’nın zeminini hazırlamıştır.



BARIŞIN DEVAMINI SAĞLAMA ÇABALARI

Milletler Cemiyeti (10 Ocak 1920)

Paris Konferansı’nda Milletler Cemiyeti’nin kurulması kararlaştırılmıştır.

Versailles Antlaşması’ndan sonra Cenevre’de resmen kurulmuştur.

Cemiyet yalnızca büyük devletlerin çıkarlarını korumuş, güvenilirliğini yitirmiştir.



Locarno Antlaşması (16 Ekim 1925)

Fransa’nın Almanya’ya olan güvensizliği sonucu imzalanmıştır.

Antlaşma Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında imzalanmıştır.

Anlaşmazlıkların barış yoluyla ve Milletler Cemiyeti aracılığıyla çözülmesi kararlaştırılmıştır.



Kellog Paktı (27 Ağustos 1928)

Antlaşma ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya, Japonya ve Çekoslovakya arasında Paris’te imzalanmıştır.


 kaynak: I. Dünya Savaşı YAZISI  www.tarihogretmeni.com' dan alınmıştır.







İlgili Aramalar:

Osmanlının yıkılma sebebi ile ittihat ve terakki




OSMANLI DEVLETİNİN YIKILIŞ SEBEPLERİ
OSMANLI DEVLETİNİN YIKILIŞ NEDENLERİ
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN YIKILMA SEBEBİ

A.İÇ SEBEPLER
a.Devlet idaresinin bozulması
b.Osmanlı toprak sisteminin bozulması
c.Yeniçeri ocağının bozulması
d.Medrese ve eğitim sisteminin bozulması
e.Adliye mekanizmasının çöküşü

f.Kapitülasyonlar
g.Osmanlının batı gelişmelerine yetersizliği
h.Toplum yapısı ve gayrimüslimler


B.DIŞ SEBEPLER
a.Osmanlı devletinin jeopolitik konumu
b.Şark meselesi
c.Büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki emelleri
İÇ SEBEPLER
a.Devlet İdaresinin Bozulması
Türk örf hukukuna göre veraset bir gelenek şeklinde bazı prensiplere bağlanmıştı.Hanedan üyelerinin güçleri ve nüfuzları varsa tahta geçerdi.
Bu 18.yy da değiştirildi.
B.Osmanlı Toprak Sisteminin Bozulması
Toprak düzeni Osmanlı devletinin gücünü teşkil eden temel unsurlardan biridir.
Tımar topraklarının yabancılara üç yüz akçe karşılığında tımar verilmesi tımar sisteminin bozulması had safhaya ulaşmıştır.
C.Yeniçeri Ocağının Bozulması
Seferler sonunda elde edilen ve hristiyan kavimlerce meskun olan yerlerden toplanan gençlerin Türk İslam kültür ve terbiyesiyle yetiştirilmek suretiyle devletin hassa kuvvetlerini teşkil eden kuvvetlerin esasını oluşturmaktadır.

Yeniçeri ocağına bir sürü işsiz ve güçsüzün ekmek kapısı haline gelmiş sağlam temelleri sarsılmış, devlet işlerine el atmış, kendini devlet adamlarından daha üstün saymış, ağalarını paşalarına isyan etmiştir.
D.Medrese Eğitim Sisteminin Bozulması
Medreselerin çok önemli yeri vardır. Fakat Osmanlı medreseleri 16.yy dan sonra akli ilimleri tamamiyle bırakmaları, belki de bu ilimlerde birkaç yüzyıldır herhangi bir gelişmenin olmayışı ve medreselerde okutulmamasıdır.
E.Adliye Mekanizmasının Çöküşü
Adalet müessesi Türk devletlerinin başlangıçtan beri var olan üç kurumdan biridir. Diğerleri ordu ve maliyedir.
Biz de “Adalet mülkün temelidir.” prensiplerinden biridir.


Osmanlı ülkesinde 19.yy da adaletin yerini rüşvet, adam kayırma ve menfaat almıştır.
Bu devirde tayin edilen valiler ve kadılar hakkın, hukukun değil, daha çok kendi menfaatlerinin yanında yer almıştır.
F.Kapitülasyonlar
1935 tarihinden başlayarak 1923 e kadar tam 228 yıl devletin başına büyük gaileler açmıştır.
Osmanlı kapitülasyonları muahededen çok fermandır. Karşılıklı anlaşma söz konusu değildir.
G.Batıdaki gelişmelere karşı Osmanlının tutumu
Batıdaki devletlerin geniş denizlere seferler düzenleyip,sömürgeler elde edip
servet ve marifetlerini arttırdıkları 16.yy da
Osmanlı Devletibu avrupa hareketine katılmamıştır.
H.Toplum yapısı ve gayrimüslümanlar
Büyük devletlerin hepsi gibi değişik dinlere,mezheplere inanan,değişik dillerde konuşan bir çok kavimlere hakim olan
Osmanlı Devleti halkını maddi, manevi tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeyi başaramamıştır.
B. DIŞ SEBEPLER
A.Osmanlı devletinin jeopolitik konumu
Osmanlı devletinin merkez noktasını günümüz Türkiyesi oluşturmakta idi.
Bu coğrafi mıntıka tarih boyunca gerek ekonomi değeri, gerekse jeopolitik konum
dolaysıyla sömürgecilerin cazibe merkezidir.
B.Şark Meselesi
Şark meselesi batılılar için 1071de malazgirt zaferiyle başlar.
Daha sonra 2.ci viyanayla dahada artarak
taarruza geçmiştir.

Avrupanın gayeleri
1. Balkanlardan Osmanlı hakimiyetindeki hırıstiyanları kurtarmak
2.Bu gerçekleşmezse hırıstiyanlar içinreformlar istemek.
3.Türkleri balkanlardan atmak.

4.Osmanlı Devletinin asya toprakları üzerişinde yaşayan hırıstiyanlara reformlar yaptırmak ,muhtariyetler verdirmek mümkünse onlarınistikballerine kavuşmasını sağlmak.
C.Büyük Devletlerin Osmanlıüzerinde Emelleri
Şimdi söz konusu devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki menfaatleri ve istekleri üzerinde tek tek duralım.
Bu devletler şunlardır : Rusya , İngiltere,
Fransa , İtalya.

RUSYA: 1689/1723 Yılları arasında hüküm süren çar Petro ‘nun Rusya’ya milli bir politika olarak boğazlar ve akdenize inme siyaseti.





OSMANLI ISLAHATLARI İLE TÜRK İNKİLABI ARASINDAKİ FARK

Islahat ile inkılap arasındaki fark

İnkılap, mevcut düzenin yıkılması ve yıkılan düzenin yerine yeni bir düzenin kurulması anlamında kullanılır. İnkılabın en son hedefi, devletin düzen ve işleyişini değiştirmek olduğu kadar, sosyal ilişkileri değiştirmek ve ihtiyaçlara göre hukuk kuralları koymak da olabilir. Ancak ıslahat, var olan düzenin üzerinde yapılacak değişikliklere denir ve ıslahatta zor kullanma yoktur.

Türk İnkılâbı’nı Osmanlı Islahatlarından Ayıran Farklar Maddelerle:
1.Kapsamlı, değişimci ve köklüdür.
2.Sadece devleti ve kurumları değil halkı da yüceltmeyi amaçlamıştır.
3.Islahatlar tereddütlü; inkılâplar kararlıdır.
4.İnkılâplarda dış baskı yoktur.
5.Sıra izlendi: Önce çağdaşlaşmayı engelleyen kurumlar kaldırıldı; sonra yenilik yapıldı.



Osmanlı Devletinin Dağılma Dönemi Padişahları kimlerdir
Osmanlıda Dağılma Dönemi Padişahları

Osmanlı Devletinin Dağılma Dönemi Padişahları özet

III.selim (1787-1807)
IV.Mustafa (1807-1808)
II.Mahmut (1808-1839)
Abdülmecit (1839-1861)
Abdülaziz (1861-1876)
V.Murat (1876-1876)
II.Abdulhamit (1876-1909)
V.Mehmet reşat (1909-1918)
Mehmet Vahdettin (1918-1922)

Osmanlı Devletinin Dağılma Dönemi Padişahları Açıklamalı

III. Selim (1789 - 1807)

Sultan Üçüncü Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mustafa, annesi Mihrişah Sultan'dır. Annesi Gürcü asıllıdır. Kâhinlere inanan babası Sultan Üçüncü Mustafa, onların yeni doğan oğlu Selim'in eşsiz bir cihangir olacağını söylemeleri üzerine, büyük bir sevince kapılmış, yedi gün yedi gece bayram yapılmasını emretmiştir.
Sultan Üçüncü Selim, doğum günündeki bu hava içinde büyüdü. Sarayda çok güzel bir şekilde yetiştirildi. Sultan Üçüncü Mustafa, kendisinden sonra oğlu Sultan Üçüncü Selim'in padişah olmasını istemişti. Ancak, babasından sonra padişahlığa amcası Sultan Birinci Abdülhamid getirildi. Sultan Birinci Abdülhamid, Sultan Üçüncü Selim'i sarayda göz önünde bulunduruyor, ancak yine de onun eğitimine önem veriyordu. Amcası Sultan Birinci Abdülhamid'in ölümü üzerine, Sultan Üçüncü Selim 7 Nisan 1789 günü, 28 yaşındayken Osmanlı tahtına oturdu.

Sultan Üçüncü Selim, edebiyata ve güzel yazı yazmaya çok meraklıydı. Yazmış olduğu hat ve levhalardan bazıları cami ve türbelere asılmıştır. Arapça ve Farsçayı çok iyi konuşuyordu. Merhametli bir insan olan Sultan Üçüncü Selim ciddi bir eğitim görerek yetişti. İyi bir şâir, tamburî, neyzen ve hânende idi. Bestekâr da olan Sultan Üçüncü Selim, güzel sanatlara düşkün ve açık fikirliydi, ancak zaafa varacak kadar yumuşak karakterliydi ve Osmanlı Devleti'nde batıcılığın yerleşmesini istiyordu.

Sultan Üçüncü Selim tahta çıktığı zaman, halk ona büyük ümitler bağladı. Halk genç hükümdarın, Osmanlı Devleti'ni o eski güçlü ve ihtişamlı devirlerine geri döndüreceğini düşünüyordu.

Sultan Üçüncü Selim, 29 Mayıs 1807 tarihinde Osmanlı padişahlığını Şehzade Mustafa'ya terk ettikten sonra bir yıl iki ay daha yaşadı. Alemdar Mustafa Paşa Olayı sırasında yeni padişahın adamları tarafından, 28 Temmuz 1808 tarihinde öldürüldü. Cenazesi, Lâleli Camii avlusunda babası Sultan Üçüncü Mustafa'nın yanına defnedildi.

IV. Mustafa (1807 - 1808)

Sultan Dördüncü Mustafa, 8 Eylül 1779 günü, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülhamid, annesi Nüketseza Kadın Sultan'dır. Annesi Nüketseza Kadın Sultan, Sultan Dördüncü Mustafa'nın iyi bir tahsil yapması için çok çaba harcadı. Ancak hırslı, kurnaz ve asabî bir insan olan Sultan Dördüncü Mustafa, eğitim ve öğrenimden çok zevk ve sefa içinde yaşamaya önem verdi.
Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda, tahttan indirilen amcazâdesi Sultan Üçüncü Selim'in yerine, 29 Mayıs 1807 günü tahta çıktığında yirmisekiz yaşındaydı. Sultan Dördüncü Mustafa'nın şehzadeliği boyunca, kendisine bir evlât gibi davranan Sultan Üçüncü Selim aleyhinde isyancılarla işbirliğine girmesi ve onun öldürülmesi için emir vermesi, karakteri hakkında fikir vermektedir.

Tahta çıktığında devletin merkezî otorite ve hakimiyeti gittikçe zayıflıyor, Sultan Üçüncü Selim ve Nizam-ı Cedid yandaşları yakalandıkları yerde öldürülüyordu. Sultan Dördüncü Mustafa'nın tahta çıkmasını sağlayan Kabakçı Mustafa ve yandaşları devlet yönetiminde etkin rol oynuyor, kendi adamlarını önemli mevkilere getiriyorlardı.

Osmanlı Devleti, bu isyandan sonra yeniçerilere çok büyük tavizler verdi. Ancak yeniçerilerin istekleri hiçbir zaman bitmedi. Hatta Osmanlı tarihinde hiç görülmemiş bir antlaşma yapıldı. Kabakçı Mustafa isyanında baş rol oynayan yeniçeri ağalarının, kendilerini sağlama almak için yaptıkları bu antlaşmaya göre, yeniçeriler devlet işlerine karışmayacak ve Osmanlı Devleti bu isyandan dolayı Yeniçeri ocağını sorumlu tutmayacaktı.

Sultan Üçüncü Selim taraftarları, bu karışık ortam içinde Rusçuk âyânı Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınmışlardı. Alemdar Mustafa Paşa Osmanlı-Rus savaşları sırasında büyük başarılar göstermiş ve ordu mensuplarının sempatisini kazanmıştı.

Sultan Dördüncü Mustafa hat sanatıyla uğraştı. Gayet güzel yazıları vardır. Osmanlı hanedanından Sultan Beşinci Murad'dan sonra en az padişahlık yapanlardan birisidir.

Kız çocukları: Emine Sultan

II. Mahmud (1808 - 1839)

Sultan İkinci Mahmud, 20 Temmuz 1785 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülhamid, annesi Nakşidil Valide Sultan'dır. Orta boylu, geniş omuzlu, beyaz sakallı, zarif ve sevimli yüzlüydü. Diğer Osmanlı padişahları gibi kuvvetli bir tahsil gördü. Öğrenimi ile, Sultan Üçüncü Selim, padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştu.
Cesur, temkinli, sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahip olan Sultan İkinci Mahmud, Alemdar Mustafa Olayı sonrasında, 28 Temmuz 1808 tarihinde tahta çıktığında yirmi üç yaşındaydı. Zekî ve bilgili bir insan olan Sultan İkinci Mahmud, Avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "Adlî" ünvanı verildi.

Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan İkinci Mahmud, Osmanlı Devleti'ni gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. Sultan İkinci Mahmud, yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1 Temmuz 1839 günü, dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan'ın Çamlıca'daki köşkünde, elli dört yaşında vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divan Yolu'ndaki türbesine defnedildi.

Erkek çocukları: Abdülmecid, Abdülaziz, dört tane Ahmed isimli Şehzade, Bayezid, Abdülhamit, Süleyman, Mehmed, Murad, Nizameddin, Mehmed, Abdullah, Osman

Kız çocukları: Emine Sultan, Hamide Sultan, Hayriye Sultan, Şah Sultan, Saliha Sultan, Ayşe Sultan, Atike Sultan, Fatma Sultan, Münire Sultan, Fatma Sultan, Mihrimah Sultan, Adile Sultan.

Abdülmecid (1839 - 1861)

Sultan Abdülmecid, 25 Nisan 1823 günü doğdu. Babası Sultan İkinci Mahmud, annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan'dır. Sultan Abdülmecid, babasının arzusu yönünde bir eğitim ve terbiye gördüğü için ıslahatçı fikirlere sahipti. Batı âlemine karşı hayranlık besliyordu. Babasının vefatı üzerine, henüz 17 yaşında iken Osmanlı tahtına oturdu. Devletin ilerleyişi için Avrupaî hayat tarzının ülke çapında yaygınlaştırılmasını istedi. Saltanatının henüz dördüncü ayında ilân ettiği Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu sebebiyle Tanzimat Dönemi padişahı olarak şöhret bulmuştur.
Sultan Abdülmecid, batılı yazarların takdir ve sevgiyle andıkları bir padişahtı. Âdil, merhametli, ıslahatçı, yenilikçi bir insan olan Sultan Abdülmecid, çok genç yaşlardan itibaren içki kullanmaya başladı. 25 Haziran 1861 tarihinde, 39 yaşında iken İstanbul'da veremden dolayı vefat eden Sultan Abdülmecid, Yavuz Sultan Selim'in türbesi yanındaki mezarına defnedildi.

Sultan İkinci Mahmud, ölüm döşeğinde iken, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmış olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı kuvvetlerini Nizip'te yenilgiye uğratmıştı. Sultan Abdülmecid böyle karmaşık bir ortamda tahta çıktı. Mısır Sorunu, Rus donanmasının Hünkâr İskelesi Antlaşmasına uyarak İstanbul'a gelmesi üzerine bir Avrupa sorunu haline geldi.

Başta İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya olmak üzere Avrupalı devletler Osmanlı Devleti ile Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa arasındaki Mısır sorununu çözmek için bir konferans düzenlediler. Avrupa Devletleri, Mısır'da güçlü bir yönetim istemiyorlardı. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya karşı Osmanlı Devleti'nin tarafını tuttular ve bu ortamda Londra Sözleşmesi imzalandı (1840).

Buna göre; Mısır Osmanlı Devleti'ne bağlı kalacak, ancak yönetimi Mehmed Ali Paşa ve oğulları yürütmeye devam edecekti. Mısır seksen bin altın vergi ödeyecekti. Suriye, Adana ve Girit tekrar Osmanlı yönetimine bırakılıyordu.

Hünkâr İskelesi Antlaşmasının süresi bitince, Londra'da yeniden bir konferans düzenlendi (1841). Toplantıya Osmanlı Devleti'nden başka Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Avusturya katıldı. Konferansta alınan kararlara göre, Boğazlar'da egemenlik hakkı Osmanlı Devleti'ne ait olacak, ancak barış döneminde hiçbir savaş gemisi Boğazlar'dan geçmeyecekti.

Bu antlaşma ile Fransa ve İngiltere Akdeniz'deki güvenliklerini sağlamış oluyorlar, Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki kayıtsız şartsız haklarına kısıtlama geliyordu. Rusya ise Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Boğazlar üzerinde sağladığı üstünlüğü kaybetmiş oluyordu.

Abdülaziz (1861 - 1876)

Sultan Abdülaziz 8 Şubat 1830 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan İkinci Mahmud, annesi Pertevniyal Valide Sultan'dır. Elâ gözlü, beyaza yakın kumral tenli, sert bakışlı ve top sakallıydı. Ağabeyi Sultan Abdülmecid'in vefatı üzerine 25 Haziran 1861 günü tahta çıktığında 31 yaşındaydı. Müsrif bir padişah olarak tanınmasına rağmen, çok sade giyinir, sarayda terlik ve entari ile dolaşırdı. Babası öldüğü zaman dokuz yaşlarındaydı. Ancak ağabeyi Sultan Abdülmecid, onun eğitimine gerektiği gibi dikkat etti. Şehzadeliği sırasında rahat ve korkusuz bir hayat sürdü. Çok iyi Fransızca konuşurdu. Şiire ve müziğe de ilgisi vardı. Kendine ait besteleri vardır. Resim yapma kabiliyeti de çok üstün olan Sultan Abdülaziz, Osmanlı donanmasına ısmarlayacağı gemilerin plânını bizzat kendisi çizmişti. Ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı ve özellikle güreşmeyi çok severdi. Güçlü, kuvvetli ve pehlivan yapılıydı. En iyi pehlivanlarla güreşir ve sırtlarını yere getirirdi.
V. Murad (30 Mayıs 1876 - 31 Ağustos 1876)

Sultan Beşinci Murad 21 Eylül 1840 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Şevk-Efza Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. Sultan Beşinci Murad, çocukluğunda ve gençliğinde iyi bir eğitim gördü ve Fransızca öğrendi. Okumaya çok meraklı olduğundan dolayı, Fransa'dan kitaplar getirtir ve sürekli olarak okurdu. Edebiyata karşı çok ilgiliydi. Aralarında Ziya Paşa ve Namık Kemal'in de olduğu devrin bir çok şairi ile yakın dostluk kurmuştu. Yabancı kültürlerin etkisi altında kalan Sultan Beşinci Murad, piyano çalardı. Batı müziği stilinde besteler bile yapmıştır. Avrupalı prenslerle dost olmuş, onlarla mektuplaşmış olan Sultan Beşinci Murad, yerli ve yabancı gazeteleri yanından eksik etmezdi.

Sultan Abdülaziz ile beraber çıktığı Avrupa seyahati sırasında Avrupa'yı yakından görüp hayran kalmış olan Sultan Beşinci Murad, bu gezi sırasında İngiltere'de tanıştığı Gal Prensi (sonradan İngiltere Kralı olan VII.Edward) ile yakın bir dostluk kurdu. Gal Prensinin tesiri altında kalıp mason olan Sultan Beşinci Murad, çok müsrif ve ihtiras sahibi bir insandı. Padişah olmak için amcasının ölümünü beklediğini açıkça söylerdi.

Sultan Beşinci Murad, tahttan indirilen Sultan Abdülaziz'in yerine 30 Mayıs 1876'da padişah oldu. Ancak, Osmanlı Devleti'ni kurtarmak için meşrutiyetin kurulmasını isteyen, bu düşünce ile tahta güvendikleri bir hükümdar getiren aydınların umudu yine kırılmıştı. 93 gün kaldığı Osmanlı tahtından 31 Ağustos 1876 günü indirildi. 28 yıl daha sarayda yaşayan Sultan Beşinci Murad, 29 Ağustos 1904 tarihinde vefat etti ve annesi Şevk-Efza Kadın Efendi'nin Yeni Cami'deki türbesine defnedildi.

II. Abdülhamid (1876 - 1909)

Sultan İkinci Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. Sultan İkinci Abdülhamid çok küçük yaşta iken annesini kaybettiği için öksüz büyüdü ve onu üvey annesi Piristu Kadın yetiştirdi. Çocukluğunda çok zayıf bir bünyeye sahip olan Sultan İkinci Abdülhamid sık sık hasta olurdu. Babasının padişahlığı sırasında bu durumu yüzünden özel ilgi gördü. Çok hoşgörülü bir ortamda büyüdü. Kültür derslerinin yanında musiki dersleri aldı ve piyano çalmayı öğrendi.
Bekârlığı sırasında çok serbest bir hayat yaşayan Sultan İkinci Abdülhamid, evlendikten sonra tüm boş zamanını ailesiyle, çocuklarıyla geçirmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamid, yıkılmak üzere olan Osmanlı Devleti'ni uyguladığı politikalarla 33 yıl ayakta tutmayı başarmış bir padişahtır.

Hayırsever ve cömert bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalma şahsî servetinden masrafları karşılamış, bunu devletten geri almamıştı.

Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı. Son derece şefkatli bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid'in kendisini öldürmek isteyenleri bağışlaması, dünya siyaset tarihinde ender rastlanan bir olaydır. Sultan İkinci Abdülhamid, kültüre önem vermiş ve eğitim konusunda hizmet verecek birçok mekân yaptırmıştır.

Güzel Sanatlar Akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kuran Sultan İkinci Abdülhamid, ilk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, kız meslek okulları da yaptırmıştır. Vilâyetlere liseler, kazalara ortaokullar kurmuş, ilkokulları köylere kadar ulaştırmıştır.

İstanbul'da Şişli Etfal Hastahanesi'ni ve Dârülaceze'yi kendi şahsi parasıyla yaptırdı. Hamidiye adı verilen içme suyunu borularla İstanbul'a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatan Sultan İkinci Abdülhamid, Bağdat'a ve Medine'ye kadar da demiryolları döşetmiştir. Büyük şehirlere atlı tramvay hatları yaptırmıştır.

Mehmed Reşad (1909 - 1918)

Sultan Mehmed Reşad 2 Kasım 1844 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. Çocukluğu, padişah olan babasının yanında geçti. Eğitim ve öğrenimine gereken önem gösterildi.
Sultan Mehmed Reşad, amcası Sultan Abdülaziz zamanında rahat bir şehzadelik yapmasına rağmen ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid zamanında sarayda hapis hayatı yaşadı. Veliaht olduğu için devamlı kontrol altında tutuluyordu. Sultan Mehmed Reşad günlerini haremde geçirir, şiir ve kitap okurdu.

Sultan Beşinci Mehmed Reşad, İttihat ve Terakki partisinin desteğiyle tahta çıktığında 65 yaşındaydı. Sultan İkinci Abdülhamid'in padişahlığı sırasında devlet işleriyle yeterince ilgilenmemişti. Padişahlığı sırasında yönetim daha çok İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenlerinden Enver Paşa, Talat Paşa ve
Cemal Paşa'nın eline geçmişti.

Mehmed Vahdeddin (1918 - 1922)

Sultan Mehmed Vahdeddin otuz altıncı ve son Osmanlı padişahıdır. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülistu Kadın Efendi'dir. 2 Şubat 1861 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, Sultan Mehmed Vahdeddin doğduğu yıl, annesi Gülistu Kadın Efendi de, o henüz çok küçükken vefat etmişlerdi. Çocuk denecek yaşlarda hem öksüz, hem yetim kalan Sultan Mehmed Vahdeddin, babası Sultan Abdülmecid'in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü.
Sultan Abdülaziz'in saltanatı sırasında henüz bir çocuk olduğu için serbest yetişti. Eğitim ve öğrenimi ile ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid henüz padişah değilken bile yakından ilgilendi. Sultan İkinci Abdülhamid, saltanat yıllarında da bu tutumunu değiştirmedi, ona hep değer verdi ve onu korudu. Bu yüzden ağabeyinin saltanat yıllarında rahat bir hayat yaşadı.

Sultan Mehmed Vahdeddin, çok okurdu, okuduğunu iyi anlardı. Özellikle fıkha ait eserler ilgisini çekmişti. Kitabeti ve imlâsı düzgündü. Zekî bir insandı, fikirlerini kâğıt üstüne aktarmakta zorluk çekmezdi. Çok nazik bir insan olan Sultan Mehmed Vahdeddin, Viyana seyahati sırasında hem yanındakileri hem de yabancıları nezaketine hayran bırakmıştı. Az konuşur, daha çok dinlemeyi sever ve birisini dinlerken pür dikkat kesilirdi.

Sultan Mehmed Reşad, padişah olduğu zaman, yaş bakımından Sultan Mehmed Vahdeddin'den daha büyük olan Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin veliaht idi. Yusuf İzzeddin'in ölümü üzerine veliahtlığa Sultan Mehmed Vahdeddin getirildi.

Veliaht olarak bulunduğu yıllarda, Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti'nin veliahtı olarak Almanya'ya resmî bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal de bulunudu. Sultan Mehmed Reşad'ın ölümü üzerine, Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin sanı ile padişah oldu.


* Kaynak:

Osmanlı Tarihi Interaktif CD-ROM (Türk Tarih Kurumu Yayınları XXXI. Dizi-Sa.2)





İttihat ve Terakki yöneticileri (üyeleri)




Abdullah Cevdet
Abdülkadir Bey (Ankara Valisi)
Ahmed Rıza
Ahmet Lütfullah
Asım Möhördaroğlu
Atıf Kamçıl
Aziz Ali el-Mısri
B
Mithat Şükrü Bleda
C
Cemal Paşa
D
Damat Mahmud Celaleddin Paşa (1853-1903)
Doktor Nâzım Bey
E
Enver Paşa
Eyüp Sabri Akgöl
F
Filibeli Hilmi
H
Hacı Bekir Sümer
Halil Kut
H (devam)
Halil Menteşe
Halil İbrahim Nakıpoğlu
Hamdi Aksoy
Hasan Fehmi Tümerkan
Hüseyin Avni Aktulga
K
Mustafa Vasıf Karakol
M
Mahmut Nedim Zabcı
Manyasizade Refik Bey
Mehmet Emin Yurdakul
Mithat Altıok
Mizancı Murat
Muammer Yarımbıyık
Mustafa Bacak
Mustafa Elkatipzade
Mustafa Necip
N
Necati Kurtuluş
N (devam)
Nureddin İbrahim Konyar
O
Fethi Okyar
R
Resneli Niyazi Bey
Rıfat Yüce
Rıza Saltuğ
S
Bahattin Şakir
Salih Hayali Yaşar
Sami Çölgeçen
Sapancalı Hakkı
Süleyman Köstekçioğlu
T
Talat Paşa
Z
Zamir Damar Arıkoğlu
Ö
Ömer Naci
İ
İbrahim Kazım Tahtakılıç
İsmail Hakkı Kılıçoğlu
İzmitli Mümtaz

İttihat ve Terakki Cemiyeti Kurucuları Özeti Amacı ve isyan hareketleri


Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrutiyet'in ilânına önayak olan ve 1908-1918 yılları arasında - kısa kesintilerle - devlet yönetimine hakim olan siyasî örgüt. Batı dillerinde daha çok Jön Türkler (Fransızca: Les Jeunes-Turcs, (Genç Türkler)) olarak adlandırılır.
Kuruluşu
Yurtiçinde İTC'nin ilk nüvesini 1889'da Askeri Tıbbiye Mektebi'nde kurulan İttihad-ı Osmanî Cemiyeti adlı gizli örgüt oluşturdu. Bu örgütü İshak Sükûti (1868-1902), İbrahim Temo (1865-1939), Abdullah Cevdet (1869-1932), Mehmed Reşid ve Hikmet Emin adlarında beş öğrenci kurdu. Örgütün bazı üyeleri tutuklandı, bazıları ise Paris'e kaçtı ve anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi taraftarı diğer Osmanlı muhacirleriyle bir araya geldiler. [1] Ahmet Rıza Bey'in önderliğindeki bu grup, II. Abdülhamit rejimine karşı mücadele etmek amacıyla yurtiçi ve yurtdışında örgütlenen iki veya daha fazla grubun birleşmesiyle oluşan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve 1895'ten itibaren Osmanlıca ve Fransızca yayımlanan Meşveret adlı gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. 1896'da yapılan kongrede, daha liberal ve İngiliz yanlısı görüşleriyle tanınan Mizan gazetesinin editörü Mizancı Murat Bey cemiyet başkanlığına getirildi. 1897 başlarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin merkezi Cenevre'ye taşındı. [1]
1902'de yapılan I. Jön Türk Kongresi'nde cemiyet, "Prens" Sabahaddin Bey öncülüğündeki kendilerine liberal demekle beraber aslında monarşist olan grupla, Ahmet Rıza öncülüğündeki liberal-milliyetçiler arasında ikiye bölündü. 1905'ten sonra Türkiye'den gelen Doktor Nazım ve Bahaeddin Şakir Beyler'in önderliğinde propaganda ve örgütlenme çalışmalarına hız verildi. 1906 Eylül'ünde Selanik'te posta zabiti Mehmet Talat tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu ve örgüt sürgündeki Jön Türkler ile irtibata geçti. İki ay sonra Şam'da Mustafa Kemal Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet adlı örgütü kurdu. 1907 Eylül'ünde Paris'te toplanan II. Jön Türk Kongresi'ne tüm muhalif gruplarla birlikte Taşnaksutyun adıyla bilinen Ermeni Devrimci Federasyonu da katıldı. Bu kongrede, Jön Türk hareketi İttihat ve Terakki Komitesi adını aldı ve II. Abdülhamit yönetimine karşı bir ihtilal örgütlenmesi kararı alındı. Teşkilat Vatan ile bazı başka muhalif grupları da bünyesine kattı. [2]
II. Meşrutiyet Dönemi
24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra İTC doğrudan iktidara gelmedi; Hüseyin Hilmi Paşa, İbrahim Hakkı Paşa ve Sait Paşa gibi saygın kişiliklere kurdurulan hükümetleri dışarıdan kontrol etmeyi tercih etti. Aralık 1908'de seçilen Mebusan Meclisi'nde üyelerin büyük çoğunluğu İTC tarafından desteklenen kişilerdi. Şubat 1909'da Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez bir hükümet, mecliste İTC grubunun verdiği güvensizlik oyuyla düşürüldü.
İTC iktidarına karşı "31 Mart Vakası" olarak bilinen ayaklanmaya yol açtı. Bu ayaklanma Selanik'ten gelen askerî birlikler tarafından bastırıldı ve cemiyet eskisinden daha güçlü bir şekilde iktidara yerleşti. II. Abdülhamit'in yerine getirilen V. Mehmet Reşat, iktidarın elinde bir kukla olmaktan ileri gidemedi. Ağustos 1909'da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin tekeline alındı.
İktidardan Düşmesi ve Bâb-ı Âli Baskını
Yönetimin izlediği milliyetçi politikaların Balkanlar'da (özellikle Arnavutluk'ta) yol açtığı tepkiler ve orduya siyasetin girmesinin doğurduğu kaygılar, 1911'de cemiyetin meclis grubunun dağılmasına ve en az iki muhalif partinin ortaya çıkmasına yol açtı. Şubat 1912'de yapılan meclis seçimleri, İTC örgütünün yönlendirdiği şiddet olayları ve yolsuzluklara sahne oldu. "Sopalı seçim" olarak anılan seçimi, hemen her yerde İTC adayları kazandı. Bunun üzerine muhalefet seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ederken; ordu içinde "Halaskâr Zabitan" (Kurtarıcı Subaylar) adıyla, İTC iktidarına son vermeyi hedefleyen bir örgüt ortaya çıktı. 16 Temmuz 1912'de, Halaskâr Zabitan grubunun muhtırası üzerine Sait Paşa başkanlığındaki İTC kabinesi istifa etmek zorunda kaldı.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın "partilerüstü" Büyük Kabine'si, İTC egemenliğine son vermeyi hedefliyordu. Bu amaçla öncelikle Şubat 1912 seçimi iptal edilerek meclis feshedildi. Buna karşılık özellikle İstanbul'da İTC örgütü kontrolündeki emniyet teşkilatı tarafından desteklenen "Kayıkçılar Cemiyeti" ve benzeri kitle örgütleri hükümeti zor durumda bırakmaya devam ettiler.
Ekim 1912'de çıkan Balkan Savaşı'nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi, siyasi ibrenin bir kez daha İTC yönüne dönmesine yardım etti. Şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet, bir yandan yenilginin suçunu hükümete yüklerken bir yandan ordudaki kilit subayları ele geçirmeyi başardı. 23 Ocak 1913'teki Bâb-ı Âli Baskını'nda; o sırada binbaşı rütbesinde olan Enver Bey öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli'de toplantı halindeki hükümeti basması, Harbiye Nazırı'nı öldürmesi ve sadrazamın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, bir askeri darbe yapmak suretiyle iktidarı ele geçirdi.
İktidarı ele geçirdikten sonra da cemiyet, kendi hükümetini kurmaktansa, saygın bir asker olan Mahmut Şevket Paşa'yı sadrazamlığa getirmeyi seçti. Ancak 11 Haziran 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın da bir suikaste kurban gitmesi üzerine, Sait Halim Paşa sadrazamlığında kapsamlı bir diktatörlük yönetimi kuruldu. Aralarında muhalif siyasi liderlerin bulunduğu 24 kişi Mahmut Şevket Paşa suikastiyle ilgili görülerek idama mahkûm edildi. Bu idamlar, Osmanlı Devleti'nde 1820'lerden beri gerçekleştirilen ilk siyasî infazlardır. İTC yönetiminin muhalifleri arasında bulunan ve çoğu yazar, gazeteci ve milletvekili olan 250 dolayında kişi Sinop'a sürüldü ve tüm muhalif gazeteler kapatıldı.





İttihat ve Terakki ile Atatürk
Mustafa Kemal, içinde sivillerin de bulunduğu devrimci nitelikteki Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurmuştu. Şam'da stajyerliğini bitirdikten sonra 13 Ekim 1907 tarihinde Batı Trakya'da konuşlanmış 3. Ordu'ya atandığında arkadaşlarının İttihat ve Terakki'ye katıldığını gördü. 29 Ekim 1907 Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kapatarak İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu.  22 Eylül 1909 tarihinde Trablusgarp delegesi olarak cemiyetin 3. kuruluş yılındaki genel kongresine katıldı. Bu kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdü. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi.  Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal siyaseti 1923'e dek bırakmış, sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır.
Lord Kinross, Atatürk, Bir Millet Yeniden Doğuyor isimli kitabında kongrede konuşmasından ve çevresinde cemiyeti amansız bir biçimde eleştirmesinden dolayı cemiyetin kendisini öldürme kararı alındığını yazmıştır. Mustafa Kemal'e suikast yapma görevi verilen Yakup Cemil bu görevi kabul etmekle kalmamış, dikkatli olması için Mustafa Kemal'i uyarmıştır. Suikast için makamına gelen bir parti delegesi, Mustafa Kemal'in masa üzerinde çıkartıp koyduğu tabancası ve etkili ve inançlı konuşması nedeniyle suikastten vazgeçmiş ve aslında kendisini öldürmek için geldiğini itiraf etmiştir.



En Damar Sözler -3


BEDELLi MUTLULUK DiYE BiR ŞEY ÇIKSADA, PARASI NEYSE VERiP AZ MUTLU OLSAK..

Hayatından silmek istediklerini gerçekten sil. Çünkü geri dönüşüm kutusunda bekletirsen; sistemini yavaşlatır!

Zor durumlarda farkını gösteren değil, farkıyla zor duruma düşürmeyen farklıdır..

Çok Değişti Artık Devir Çok, Çıktı İşler Rayından.. Karnı Tok Olup ''KÜFÜR'' Edenide Var... Karnı Aç Olup ''ŞÜKÜR'' Edenide.

Her şeye rağmen isyan etmedim hiç bir şeye, hiç bir zaman.. Gülüyorum hayatımda yer vermediğim kişilere.. Fragmanımla idare edip devamını rüyasında bile göremeyenlere.. İyi seyirler diliyorum, hayatımı uzaktan izleyenlere.

Suç benim değil ki. Şiir kokuyordu bakışların. Yazmamak gözlerine ihanet olurdu..

Pαrktα sαlıncαk sırαsı bekleyen çocuk gibi bekledim seni. Birαz heyecan, birαzdα sαlıncαğı bαşkαsı kαpαcαk korkusu işte..

Uzaktan görenler diyorki ''duygusuz''.. Duygusuz olduğum için mi gözlerim kaç zamandır uykusuz.

Bilseydim dünyanın keşkelerden kurulduğunu küçükken ne olmak istiyosun diye sorduklarında mutlu olmak istiyorum derdim!

Tecrübeler en iyi öğretmenlerdir. Yalnız okul masrafları biraz çoktur..

Üzülmem mi sanıyorsun YÜREK ağlar GÖZDEN önce..

Intihar köprüsü gibiyim bu günlerde, gözümden'de, gönlümden'de düşen düşene.

Kalbin kemiği yok diye kırılmaz mı sandın?

Cesaret illa kükremek değildir. Bazen, gün biterken, usulca “Yarın yeniden deneyeceğim” demektir..

Sevdanı bulutların üzerine yazmışsın. Yağmur olarak dökülüyor gözlerimden..

Önce rıhtımda acı bir insan çığlığı koptu, sonra hıçkırıklarla gözyaşları kaldı rıhtımda..

Bir anlık değil boğulduğum bilinmezlik. Acısı çıkıyor sustuklarımın. Oysa ben iyiyim!

Bana "KEŞKE" Dedirten Hayat, Geleceǧimden Çalıp "BELKi" de Dedirtti... Şimdi Hayata Bende Bir Cümle Koyuyorum "NEYSE"

Sevdiklerimiz üzülmesin diye içiniz kan ağlarken bile tebessüm edebilecek kadar güçlü olur seven insan.

Yaşamak uğruna ölmek bu olsa gerek, sevmek uğruna acı çekmek bu olsa gerek.. Hayat uğruna savaşmak bu olsa gerek, peki ya senin uğruna üzülmek niye?

Kan bağı neye yarar, can bağı olmadıktan sonra. Can bağıyla bağlı öyle dostlarım varki; kan bağlarımı hiç aratmıyorlar bana..

Bir erkeği normαlde αğlαtması zordur.. Amα erkek αğlαdığındα αslα sαhte olmαz gözyαşlαrı..

Hayat yangın gibidir. Yoldan geçenin unuttuğu alevler, rüzgarın önüne katıp savurduğu küller; işte bir insan ömrü gelip geçmiştir.

UMUT.. Hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçinde kar da yagar fırtınada.. Ama çiçekler açmaya hep devam eder..

Dost; Göze Sezdirmeden, Gözyaşı Silendir.

Sen sevdiğin için sakın utanma, çünkü utanması gereken; sevildiğini bildiği halde sevmesini bilmeyendir.

Kahpesi lider, kurnazı milyarder, bizim gibiler hep mücadele eder, sana diyeceğim şudur küçüğüm, büyüme bu hayat senide siler...

Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez!

Sanmaki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum.
Dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.

Ah Yâr.. Tefsiri zor olacak ki.. Okuyamadın gönlümü...

Dert etme, Nefes alabiliyorsan ne mutlu sana. Ve unutma ! Git'lerin gerçek olduğu bir yaşamda, kaybetmek kalmayı öğretir!

Öyle karmakarışık bir haldeyim ki şimdi. Ağlaya ağlaya gülesim var.

Kendi kalabalığından kaçan kentler gibiyim bu gece...
Zemheri bir yaşayış düşürmüşüm gözlerime...
Gerisini susuyorum...
Masallardan düşüyorum bu gece...
Bir martının gözlerinde üşüyorum...
Sonrası yok... Biliyorum..


İlgili Aramalar:

Islahatlar, Tanzimatlar, Meşrutiyetler, İnkilaplar



 III. Selim Dönemi Yenilikler

 (24 Aralık 1761 - 28 Temmuz 1808), 28. Osmanlı padişahı ve 107. İslam halifesidir. I. Abdülhamid 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim Avrupa'yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin eşiğinde tahta çıktı.
3. Selim, Islahat hareketlerine ilk kez başlayan padişah kabul edilir.

Osmanlı Devleti`ni Islahata Yönelten Nedenler

İmparatorluk teokratik temelli olduğu için, İslam dininin kuralları olan şeriat kanunu ile yönetiliyordu. Ancak, imparatorluk çok geniş bir alana yayıldığı ve bu coğrafya üzerinde farklı etnik ve dinsel yapıda insanlar yaşadığı için gelenek ve ihtiyaçlara göre belirlenen, yani insan aklından kaynaklanan düzenlemeler (Örfi hukuk) de yönetimin temelini oluşturmaktaydı. Bu sayede Osmanlı devleti 16.yy’a kadar ileri giderken, Avrupa dinsel baskılarla ortaçağ karanlığını yaşamaktaydı. Fakat, bir süre sonra, tersi bir durum yaşanmaya başlandı. Eğitim kurumlarından bilimsel bilgilerin dışlanması, dinsel bilgilere ağırlık verilmesi, hoşgörüsüzlüğü ve çöküntüyü getirdi. İmparatorluk, çağı kavramaktan uzak yöneticiler ve ülke içindeki ekonomik ve sosyal problemler ile Avrupa’da değişen dengelerin etkisiyle 16.yüzyılın sonlarından itibaren zayıflamaya başladı. Çözüm arayışlarına giren yöneticiler, problemi askeri yetersizlik olarak görüyorlardı. Oysa, karşılarında teknik alanda gelişmeye başlayan Avrupa devletleri vardı. Osmanlıdaki geleneksel anlayışla modern silahlara ve gelişmelere karşı “silah icad oldu, mertlik bozuldu” gibi tepki gösterilmesi, devletin teknik açıdan gelişmesini engellediği gibi, dışındaki teknik gelişmelerden ve politikalardan da uzak kalmasına yol açtı. Rönesans ve Reformun etkisiyle Ortaçağın dogma düşünce kalıplarını kıran Avrupa artık her alanda Osmanlı Devleti’ne karşı güçlenmeye hatta içişlerine müdahale etmeye başlamıştı. Avrupa, özellikle, askeri açıdan güçlü olduğu gibi, Fransız İhtilali ile etkili olmaya başlayan Milliyetçilik ideolojisiyle de Osmanlı devletini zayıflatmaya başladı. Bu da çok uluslu Osmanlı Devletinin bütünlüğünün bozulmasını kaçınılmaz hale getirdi.

18.yüzyılda savaşlar ve antlaşmalarla toprak kaybına uğrayan Osmanlı İmparatorluğu, bozulan güç dengesini yeniden eski haline getirmek amacıyla çözüm arayışlarına girdi. 17.yüzyılın sonlarından itibaren başlayan çözüm arayışları, karizmatik yöneticilerin askeri tedbirleri olarak ortaya çıktı. Ancak, çöküşü engelliyemedi.18.yüzyılda Lale Devri’nde olduğu gibi İmparatorluğu eski gücüne kavuşturmak için dış temaslar başlatıldı ve orduda düzenlemelere gidildi. Bu düzenlemeler de büyük ölçüde Avrupa devletlerinden gelen ordu mensupları ve teknik adamların desteği ile yapıldı.


1793 yılında Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu.

1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler Kabakçı Mustafa'nın önderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim'in yerine geçen amca oğlu IV. Mustafa III. Selim'i tekrar kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim padişah IV. Mustafa'nın emriyle boğduruldu.
 III. Selim kendisini boğmak için saraydaki odasına gelen cellatlarla büyük bir mücadele verdi. Ama sonunda can verdi. IV. Mustafa'nın adamları padişahın kardeşi şehzade Mahmut'u da öldürmek istediler ancak Mahmut saklanarak ölümden kurtuldu. Bu sırada sabrı taşan Alemdar Mustafa Paşa askerleriyle saraya girdiğinde III. Selim'in naaşıyla karşılaştı.
 III. Selim'in cenazesi Laleli Camii'nin avlusunda babası III. Mustafa Türbesi'ne defnedildi.
 Bu esnada şehzade Mahmut can güvenliğinin sağlandığını görünce ortaya çıktı ve IV. Mustafa'nın yerine tahta çıkarıldı. Böylece III. Selim yapmak istediği yeniliklerin uğruna yaşamını kaybetmiş oldu. Ancak yerine geçen II. Mahmut III. Selim kadar yenilik yanlısı olmakla beraber siyasi bakımdan çok daha kurnaz davrandı. III. Selim'in yapmak istediği yenilikleri yapmakla kalmadı, III. Selim'in canına mal olan yeniçerileri de ortadan kaldırmayı başardı ( Vaka-i Hayriye).

3. Selim Dönemi Islahatları

3. Selim Dönemi’nde devletin siyasi, askeri ve ekonomik dengeleri bozulmuş durumdaydı. Bu nedenle hükümdarlığı döneminde planlı ve programlı olarak ıslahat hareketlerine girişti. 3. Selim bu doğrultuda;

* Devletin içinde bulunduğu durum ve sorunların çözümü için raporlar (Layiha) hazırlattı.
* Bir danışma meclisi (Meclisimeşveret) oluşturarak ıslahat yapma kararı aldı.
* Avrupa’ya daimi elçiler gönderdi.
* Nizamıcedit adlı yeni bir ordu meydana getirdi.
Bu ordunun giderlerini karşılamak için İradıcedit adında bir hazine oluşturdu.
* Ordunun eğitimi için Levent ve Selimiye kışlaları kuruldu.
* Yabancı dil eğitimine önem verildi.
* Birçok kitap Türkçeye tercüme edilerek kültürel gelişim sağlandı.
* Paranın değerini koruması için tedbirler alındı.
Vergi düzenlemeleri yaptı.
* Yerli malı kullanılması özendirildi.
* Avrupalı devletlerin önemli başkentlerinde (Londra, Paris, Viyana, Berlin) daimi elçilikler açıldı.
Böylece Avrupalı devletlerin daha yakından tanınması ve Osmanlı aleyhine çalışmaları takibe alındı.
* Vezirlerin sayısı ve görev süreleri yeniden belirlendi ve kadıların görev yerine gitmeleri sağlandı.
* Mühendishaneiberrihümayun (Kara Mühendis Okulu) adlı yeni bir askeri okul açıldı.
*Avrupa’dan yabancı uzmanlar getirilerek, lağımcı, topçu, humbaracı ocakları teknik sınıf olarak yeniden düzenlendi.
* Denizciliğe önem verildi, tersaneler onarılarak işler hale getirildi.
* Yeniçeri ocağını aşamalı olarak kaldırmak istedi.
* Musikiye önem verildi.
* Darü’t Tıbatü’l Amire adlı devlet matbaası kuruldu.


KISACA 3. SELİM ISLAHATLARI (YENİLİKLERİ)
 III.Selimin yaptığı ıslahatlara genel olarak Nizam-ı Cedit (yeni düzen) adı verilmiştir. Başlıcaları;
-Nizam-ı Cedid adı ile ilk kez Batılı tarzda ordu kurulmuştur.
-Nizam-ı Cedid ordusunun eğitimi için Üsküdar ve Levent’te kışlalar kurulmuştur.
-Nizam-ı Cedid ordusu ile diğer yeniliklerin masraflarını karşılamak için, İrad-i Cedid adıyla yeni bir hazine kurulmuştur.
-Avrupa’nın önemli merkezlerinde sürekli elçilikler açılmıştır.
-Özellikle Fransızcadan önemli eserler tercüme edilmiştir.
-Kara Mühendishanesi “Mühendishane-i Berri Hümayun” a dönüştürülmüştür. Mühendishane-i Bahri Hümayun geliştirilmiştir.
-Askeri okullarda ilk kez yabancı dil (Fransızca) eğitim verilmeye başlanmıştır.
-Subayların eğitimi için batıdan askeri uzmanlar getirilmiştir.
-Devlet matbaası açılmıştır.


 III.SELİM VE II.MAHMUT DÖNEMİ ISLAHATLARI

III. SELİM (1789-1807)
Yapılan yeniliklerin tümüne Nizam-ı Cedit adı verilir.
Yapacağı yenilikler için Meşveret Meclisine, Lahiyalar hazırlattı.
Avrupai tarzdaki Nizam-ı Cedit ordusunu kurdu ve ordunun masraflarını karşılaması için İrad-ı Cedit hazinesini oluşturdu. ( Ordu ilk başarısını Akka Kalesi Zaferi, Napolyona karşı kazanmıştır. (Ordunun yıldızı bu başarıdan sonra parladı)
Avrupada sürekli elçilikler açtı.
Kara ve deniz mühendishanelerini genişletip,modernleştirdi.
Fransızca devletin ilk resmi yabancı dili olmuştur.
Yerli malı özendirilmiştir.
İllerdeki valilerin yanına halkın seçtiği ayanları getirilmiştir.
İlk devlet matbaası Matbaa-i Amire açılmıştır. ( İlk özel matbaa Lale Devrinde )
Kabakçı Mustafa isyanıyla tahtan indirilip,öldürülmüştür.

II.MAHMUT DÖNEMİ ISLAHATLARI (YENİLİKLERİ)
Sekban-ı Cedit(Nizam-ı Ceditin yerine),Eşkinci Ocağını kurdu. ( Yeniçerilerin isyanı üzerine her ikisi de kaldırıldı.)
Yeniçeri ocağı kaldırdı(Vaka-ı Hayriye-1826)
Yeniçeri ocağının yerine Asakir-i Mensure-i Muhammediye ordusunu kurdu. ( Başkomutanlığını yürütmek için Seraskerlik makamını oluşturdu.)
Divan kaldırılarak,bakanlık usulü getirildi.
Posta teşkilatını kurdu.(Üsküdardan İzmite kadar)
Ayanlarla Sened-i İttifakı imzaladı.
İngilizlerle Balta Limanı Anlaşmasını imzaladı.(1838) ( Osmanlı bu anlaşmadan sonra,Avrupanın açık pazarı haline gelmiştir.)
Müsadere sistemini kaldırdı.
İlk defa Avrupaya öğrenci gönderildi.
Medreselerin yanında günümüz üniversitelerine benzeyen; Harbiye Mektebi, Mekteb-i
Marriffi Adliye,Mektebi Tıbbıye açıldı.
İlk Osmanlı Resmi gazetesi Takvim-i Vekay-i çıkarıldı.
İlköğretim ilk kez zorunlu kılındı.(Başarılı olunamadı)
Tımar sistemi kaldırıldı.
Erkek nüfus sayımı yapıldı,bunun yanında mülk yazımı da yapıldı.
1833 yılında Babialide Tercüme odasını açtı.
Dış ülkelerle resmi yazışmaları sürdürmek ve yabancı dil bilen memur yetiştirmek amacıyla. Darüş Şüray-ı Bab-ı Aliyi kurdu. ( Devlete ıslahat hareketlerinde yardımcı olmak, yeni teklifler getirmek, memurların terfii ve yargılanmalarıyla ilgilenmek üzere.)
Karantina usulü ilk kez uygulı.(Veba ve kolera salgınları için)
Avrupalı tüccarlarla rekabet edebilmesi için,Osmanlı tüccarlarına gümrük kolaylıkları sağladı.
Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye kuruldu (1837) (Askerlik dışındaki tüm ıslahatların planlığı ve icraatların denetlendiği başlıca müessese.)
II. Mahmut,Osmanlı padişahları içinde en başarılı ıslahatları yapan padişah sayılır.




TANZİMAT VE ISLAHAT FERMANI

                    TANZİMAT FERMANI

TANZİMATIN TANIMI (Gülhane Hattı Hümayunu)

3 Kasım 1839’da Tanzimat-ı Hayriye Fermanının ilan edilmesiyle başlayan bu dönem XIX. Asırda Osmanlı İmparatorluğunda yapılan ıslahat için kullanılan bir tabirdir. Bu fermanın Topkapı Sarayının Gülhane Bahçesinde okunup ilan edilmesinden dolayı diğer bir adı da Gülhane Hattı Hümayunu dur. Bazı tarihçilere göre Tanzimat hukuk bakımından 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanına ve bazılarına göre de 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar devam etmektedir. Her ne olursa olsun Tanzimat, III. Selim zamanından beri yapılan şuurlu ve bileşik ıslahat hareketlerinin bir devamı olup İmparatorluğun sonuna kadar devam eden bir harekettir.
      Tanzimat hareketi farklı şekillerde tanımlanmıştır. Şöyle ki bu hareketi; Avrupa’dan Mülhem programlı bir ıslahat (Reform) Hareketi olarak görenlerin yanında, Osmanlı Devletine Avrupai bir idare şekli verme gayreti diyenlerde çıkmıştır. Diğer taraftan Tanzimat-ı Hukuki değil siyasi bir eser olarak tanımlayanlar da olmuştur. Bütün bunlara rağmen biz Tanzimat’ı şu şekilde belirleyebiliriz: Başlangıçtan itibaren usule gelen fikir hareketleri ile o devirden günümüze kadar cereyan eden tarihi hadiseleri neticelerine bakılarak Tanzimat kısaca Türkiye’de meşruti bir idarenin kurulmasına İslam- Hıristiyan alemlerinin birbirlerine yaklaşmasına ve barışmasına zemin hazırlayan bir kültür ıslahat hareketidir.


TANZİMATIN SEBEBLERİ

Tanzimat’ı hazırlayan sebeplerin kaynaklarını Osmanlı Devletinin Islahat tarihinde aramak lazımdır. Osmanlı Devletinde yapılan Islahat hareketleri başlıca iki devre ayrılır. Birinci devre; Islahat hareketleri üzerinde hakim olan fikirlerin Osmanlı Devletinin kendi tarih ve kültüründen mülhem olduğu devredir.İkinci devre ise Islahat hareketlerinin başlamasından daha ziyade Avrupa kültür ve medeniyetinin tesirlerinin görüldüğü devirdir.Tanzimat bu ikinci devirde yapılmış bulunan Islahatın bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu XVIII. Asra büyük karışıklıklar içinde girmiştir.Rönesanstan itibaren her sahada yeni ilerlemeler kaydeden Avrupa Medeniyeti karşısında Osmanlı İmparatorluğu kendi siyasi birliğini muhafaza ve devletin devamını teminat altına alabilmek için bu medeniyetten faydalanmak zorunda olduğunu kabul etmek mecburiyetinde kaldı.
Bu suretle III. Ahmet zamanında (1703-1730) bir Islahat hareketi başladı. Tanzimat’tan önce Avrupa’dan mülhem olarak girişilen bu ilk ıslahat hareketi Osmanlı Devletinde Lale Devri diye anılır. Lale Devri Osmanlı İmparatorluğuna taze bir kuvvet kazandıracak ve Osmanlı camiasını bir mefkure etrafında toplayacak esaslı fikirlere dayanmamakla beraber, Batı kültür ve medeniyetinin Osmanlı Devletine nüfuz etmesine bir başlangıç teşkil etti. Bu yeni hareket başta padişah, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa olmak üzere bunların etrafında toplanan küçük bir münevver zümresinin eseri oldu. Bu dönemde, Avrupa’yı iyi tanımak için Paris ve Viyana ya elçiler gönderildi. 1720 tarihinde Fransa ya gönderilen elçi, Yirmi sekiz Mehmet Çelebi yazdığı Sefaretname’sinde Fransa’yı çeşitli yönleriyle tanıtıyordu.
     Batı ile başlayan temaslar, Avrupa hayatına karşı duyulan alaka, başşehirde yeni bir hayat tarzını benimsenmesine sebep oldu. Konaklarda ziynet eşyaları kullanmak, mücevher ve kıymetli taşlarla süslü elbiseler giymek alışkanlıkları başşehirde sarrafların zenginleşmesine ve ticaretin Hıristiyanların eline geçmesine sebep oldu. Bu arada ilim ve sanata da önem verilmiş ve ilk Türk matbaası da yine bu devirde kurulmuştur.Buna rağmen Devlet idaresinde mühim bir Reform yapılamadı.Devlet, nüfuzunu kötüye kullanmaktan ve ağır vergilerden dolayı idareye karşı genel bir hoşnutsuzluğun doğmasına sebep olmuştur. Neticede 1730’da Patrona Halil isyanı çıktı. Bu isyan eskiden görülen isyan hareketlerinden farklı olup, bir takım Reform fikirlerine muhafazakâr zümrenin tepkisi olarak doğmuş bir halk hareketidir.
İşte bundan sonra, muhafazakâr zümre ve yeniçeriler, dış tahriklerinde etkisi ile Avrupa’dan mülhem olarak yapılan her Islahata karşı daima muhalefet etmişlerdir.
Islahat hareketinin karşılaştığı diğer bir muhalefet ise mal, can emniyeti ve din, mezhep hürriyetleri kanunları ile teminat altına alınmış olan gayrı Müslim tebaanın Osmanlı toplumunda işgal ettiği özel durumdan ileri geliyordu. Avrupa Devletleri kendi siyasi iktisadi menfaatleri için bu vaziyetten faydalandılar ve daha XVII. Asrın ilk yarısından itibaren Osmanlı Ülkelerinde özellikle ermeni tebaa arasında bir Katolik propagandası başlattılar. Katolik misyonerleri reayaya özellikle Ermeniler e nüfuz ederek bunları Hıristiyanlara hizmet etmeye ve Osmanlı tebaasından ayırmaya teşvik ve tahrik ettiler. Nihayet Fransa 1740 Kapitülasyon anlaşması ile Katoliklerin himayesini resmen aldı. Böyle bir hakkın Fransa ya verilmesi ile diğer devletlerinde daha sonra aynı hakları elde etmelerine siyasi bir yol açılmış oldu. Nitekim bundan sonra Rusya, Ortodoksların himaye hakkını elde etmek emeline düştü. Neticede Rusya da 1779 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ortodokslar üzerinde himaye yolunda önemli bir kazanç sağlamaya muvaffak oldu.
Yabacı devletlerin bu teşvik, tahrik ve himayeleri gayr-ı Müslim Osmanlı tebaası arasında devlete karşı din, mezhep ve milli mücadelelerin gelişmesine sebep oldu. Böylece gayr-ı Müslim tebaa, devletin siyasi birliğinin bozulmasında yeni ve mühim bir unsur olarak meydana çıktı.
Devlet ricali XVIII. Asırda Osmanlı camiasında görülen, milli, harsi, dini ve siyasi nizamsızlıkların esas sebeplerini inceden inceye araştıramadılar. İmparatorluğun karşılaştığı felaketlerin, daha ziyade uğranılan askeri mağlubiyetlerden kaynaklandığını ve Osmanlı ordusuna yeni bir disiplin ve nizam verildiği takdirde devletin eski kuvvet ve kudretini tekrar elde edeceği düşüncesi genel bir kanaat haline geldi. Bu düşüncenin tesiri altında III. Selim devrine kadar Avrupa’dan mülhem olarak yapılan Islahatın ağırlık noktasını askeri saha teşkil etmiştir.Zaman zaman Avrupa’dan mütehassıslar getirilip harp sanayinin geliştirilmesi, Osmanlı ordusuna Avrupai harp usullerinin öğretilmesi maksadıyla yeni müesseseler kuruldu. Bilhassa Halil Hamit Paşa’nın sadareti esnasında daha geniş bir Islahat programı hazırlandı.Bütün bunlara rağmen 1787,1792 Osmanlı-Rus ve Avusturya harplerinin getirdiği neticeler iç siyasette görülen karışıklıklar Islahatın tatbikine imkan vermedi.Osmanlı devletinin bütün temel müesseseleri XVIII. Asrın sonlarına doğru tamamen bozuldu.Eyaletlerle merkezin bağları koptu.Bir kısım ayan ve mütegalibe takımı eyaletlerde idareyi ellerine geçirdi. Bu hal merkezin otorite ve nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. III. Selim tahta geçtikten sonra kendisinden evvel gelen padişahların yapmış oldukları ıslahatı kafi görmeyerek, bütün müesseseleri yeniden ve daha köklü ve şümullü ıslahatını zaruri gördü. İlk olarak geniş ve etraflı bir ıslahat programı hazırlattı. Nizam-ı Cedid adını taşıyan bu ıslahat programında Avrupa’nın ilim, fen ve teknik tecrübelerinden mümkün olduğu kadar faydalanmasına yer verildi. III. Selim’in bu ıslahat programı bilerek ve şuurlu yapılan ilk reform hareketidir.
Nizam-ı Cedid programında, padişahlara mutlakıyet ve hükümranlık haklarının tahdidine veyahut tahfifine ait bir hüküm bulunmamakla beraber, Osmanlı imparatorluğuna idari, mali, iktisadi, askeri, içtimai ve hemen her sahada büyük bir yenilik getirecek bir ıslahat programı idi.

       Avrupa’da Fransa’ya karşı koalisyon harplerinin başlaması üzerine, Osmanlı imparatorluğu büyük dış tehlikelerden bir müddet uzak kaldığından, tasavvur edilen ıslahatın tatbik edilmesine imkân bulabildi.
Eyaletlerde türeyen mütegallibenin keyfi idarelerine son verilmesine, irtikâp ve irtişaya mani olunmasına, tımar, zeamet usullerinin yeni bir nizama bağlanmasına, valilerin tayinlerine, ordu ve donanmanın teknik sınıflarının geliştirilmesine, ayrıca Nizam-ı Cedid adı altında yeni bir askeri sınıfın kurulmasına, Müslim ve gayrı Müslim halkın hukukunun korunmasına, velhasıl devlet teşkilatının her kademesini içine alacak şekilde düzenlenmesine dair kanun ve nizamnameler çıkartıldı. Bütün bunlar eyaletlerde de tatbik edilmek istendi. Bilhassa askeri sahada başarı kazanılacağı ümit edildi. Fakat bu sırada başlayan Fransa’nın Mısır seferi ve işgali ıslahatın bir müddet duraklamasına sebep oldu. Nihayet İngiltere ve Rusya ile yapılan ittifak anlaşmaları neticesinde Fransa Mısır’dan çıkarılmıştır.
       Fransa’nın Mısır’ı işgali hadisesi, Osmanlı Devleti’nin kendi gücüyle düşmanı bertaraf edemeyeceği ve hatta mevcudiyetini uzun zaman devam ettiremeyeceği kanaatinin Batı’da doğmasına sebep oldu. Ayrıca İmparatorluğun sömürgeci devletlerin menfaatlerinin çarpıştığı bir saha haline gelmesine yol açtı. Diğer taraftan 1805’ten sonra, Dalmaçya kıyılarına yerleşen Fransızlar, Fransız ihtilal fikirlerini, bu bölgelerde kurdukları mektepler vasıtasıyla Osmanlı ülkesinde de yaymaya çalışmışlar ve neticede Osmanlı tebaası arasında milli hislerin yayılmasına sebep olmuşlardır.1804’te patlak veren Sırp ayaklanması bunun bir neticesidir.
       III. Selim, Rumeli deki mütegallibe, ayan ve asi paşaları tedibe ve Islahatın tatbikine burada da başlamaya karar vermiş fakat asi paşalar ile ayanların Edirne de toplanarak bu Islahata muhalefet etmeleri üzerine bu uygulamadan vazgeçmiştir. Başşehirde ise yeniçeri halk, ulema ile beraber Fenerli Rumlar, gayr-ı Müslim tüccar ve sarraflar Nizam-ı Cedide cephe almışlardır. Dış güçlerle bu muhalif cepheyi hiç şüphesiz destekliyorlardı. Esasında Nizam-ı Cedid programının uygulanması büyük para gerektirdiğinden bunu karşılamak için konulan vergilerden duyulan hoşnutsuzluk, Nizam Cedid aleyhtarlığının en önemli sebepleri arasında sayılabilir. Neticede 25 Mayıs 1807’de patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı neticesinde III. Selim halledilerek Nizam-ı Cedid ile ilgili her şey mahvedildi.
        Islahat taraftarları daha sonra Rusçuk’ta bulunan Alemdar Mustafa Paşa’nın etrafında toplanmış ve III.Selim’i tekrar tahta geçirmeye teşebbüs etmişlerdir.Bu hareket III.Selim’in hayatına mal olmuş.IV. Mustafa halledilerek II. Mahmut tahta çıkarılmıştır.Alemdar Mustafa Paşa ise sadarete tayin edilmiştir.Çok kısa süre Alemdar’ın sadareti, 14 Kasım 1808’de yeniçerilerin bir isyanı ile son bulmuştur.
II. Mahmut amcası III.Selim’in yarım bıraktığı Islahat programını iç ve dış gaileden fırsat buldukça devam ettirmeye çalıştı zaten şehzadeliği evladı olmayan III.Selim’in yakın himayesi ile geçmiş, Selim’in yapmak istediği şeyleri yakinen bilen biri olarak yetişmiştir Fakat 1806’da başlayan Osmanlı Rus harbi halen devam ediyordu.Başşehir de tam sükunet sağlanamamıştı.Eyaletlerde ayanlar dilediği gibi hareket ediyor, merkezi dinlemiyorlardı.1810’dan beri müstakil bir Yunan devleti kurmayı amaçlayan Filiki Eterya adlı (daha sonra adı Etniki Eterya olmuştur.)gizli cemiyetin faaliyeti nihayet semeresini verecek 1821’de patlak veren Rum ihtilali devleti on seneye yakın bir zaman meşgul edecekti.Bu arada Ruslarla önce Akkerman anlaşması (7 Ekim 1826) bu burhanlı dönemde imzalanacak ve akabinde 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı başlayacaktır.

Rum isyanı sırasında II. Mahmut, girişilecek reform hareketleri için tehlikeli gördüğü yeniçerileri Islah cihetine gidecek ve 26 Mayıs 1826’da Eşkinci Layihası çıkartılarak disiplinli ve Avrupai bir sistemde yeni bir askeri teşkilatın kurulmasına başlandı.Fakat yeniçeriler buna razı olmadılar.Nihayet ocağın kaldırılmasına karar verilerek aynı sene içinde yeniçeri ocağı kaldırıldı.Asakir-i Mansure-i Muhammedi’ye adı altında yeni bir askeri teşkilat kuruldu.
Bu sıralarda İngiltere, Rusya ve Fransa Londra’da 6 Temmuz 1827’de anlaşarak Osmanlı devletine bağlı bir Yunanistan devleti kurulmasını kabul ettiler. Osmanlı devleti bu teklifi reddetti.Bunun üzerine müşterek filoları Navarin limanında demirli bulunan Türk donanmasına hücum ederek 20 Ekim 1827’de yaktılar.Bu olay,Çeşme faciasından sonra Batılıların Osmanlı donanmasına vurdukları ikinci darbe olmuştu. İşte ordu ve donanmasız bir devlet 1828-1829 harplerinde Ruslara karşı bir buçuk sene mücadele etti.

       İçte ve dışta bu gelişmeler olurken II. Mahmut yine de ıslahat hareketlerine çaba harcamaktaydı. Nitekim Vaka-i Hayriye yani yeniçerilerin kaldırılmasından bir gün sonra, devlet ileri gelenleri, ümera ve ulemanın iştiraki ile yapılan toplantıda padişah devletin en yüksek meclisi olan “Divan-ı Hümayun”a geniş salahiyetler verdiğini, adli, idari, mali ve her hususta alınacak kararların kendisi tarafından kabul ve tensip edileceğini beyan etti. Babıali’nin sadrazamın ikametgahı olarak kullanılmasına son verildi. Burası tamamen resmi bir daire haline getirildi. İhtisap Nazırlığı kurularak, Şehreminlik ilga edildi. Ordu için Avrupa’dan mütehassıslar getirildi. Yeni bir askeri kıyafet kabul edildi. Paralı asker usulü yavaş yavaş maziye karıştı. Milli bir ordunun kurulmasına çalışıldı. İstanbul’da bir Mekteb-i Harbiye ile bir de Muzika-i Hümayun mektepleri açıldı. Tanzimat döneminde gelişen müesseselerin birçoğu II. Mahmut devrinde kuruldu. Bilhassa 1773’de kurulan fakat uzun seneler ihmal edilen Mühendishane-i Bahri-i Hümayun ihya edilip

 Heybeliada’ya peyderpey nakledilmeye başlandı (1830). Türkiye’de ilk buharlı gemiler yine bu dönemde satın alınarak Türk deniz kuvvetlerine kazandırıldı.14 Mayıs 1827’de Tıbhane-i Amire 1832’de Cerrahhane açıldı. Sivil ve askeri hizmetler için yeni hastaneler açıldı. Mayıs 1939’da Avrupa tıp fakülteleri ayarında bu günkü Galatasaray Lisesinin bulunduğu binada Mekteb-i Tıbbiye-i şahane açıldı.

        1834’de Muzika-i Hümayun mektebi açıldı. Bütün bunlardan da önemli 1824’de Sıbyan Mektepleri açılarak ilkokul mecburi hale getirildi. Fakat bu mecburiyet çeşitli sebeplerden dolayı uygulanamamış ancak Tanzimat döneminde tatbikatını bulabilmiştir. 1827’den sonra Avrupa’ya talebe gönderilmeye başlanmıştı. Bütün bu hareketler, II. Mahmut aleyhine bir takım cereyanların doğmasına sebep olmuştur. Zira II. Mahmut Frenk adetlerini memlekete sokmakla suçlanıyordu. Padişah bu muhalefete rağmen, hurafeye karşı da mücadele açmaktan çekinmedi. Yaptığı bazı ıslahatla, zihinlere yerleşen taassubu ortadan kaldırmak istedi. Askeriyede olduğu gibi memurlar için de yeni bir kıyafet nizamnamesi çıkarttı. Kendisi dahi asri kıyafet giyerek halka örnek olmaya çalıştı. Hatta İslam adetlerine aykırı olarak devlet dairelerine kendi tablolarını astırdı. Vergilerin tertip ve toplanması için Avrupa usulünden faydalanıldı. Pasaport ihdası, Karantina usulünün getirilmesi, posta teşkilatının kurulması gibi birçok yenilikler yine bu dönemde yapılmıştır. Kamuoyunu aydınlatmak maksadıyla ilk resmi gazetemiz olan Takvim-i Vekayi  1831’ de ilk defa çıkartılmaya başlandı. III.Selim zamanında kurulan fakat 1808’den sonra ihmal edilen daimi elçilikler yeniden kuruldu.(1834)Eski Divan-ı Hümayun teşkilatı tamamen değiştirildi.Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliyye isminde büyük bir meclis kuruldu (1838). Avrupa devletlerinde olduğu gibi nezaretler ihdas edildi. Avrupa usullerini ilim ve tekniğini benimseyen yeni bir neslin yetişmesine ve yavaş yavaş devlet idaresi başına geçmeleri ile Islahat hareketi yeni bir kuvvet kazandı.Bu neslin mümessili Mustafa Reşit Paşa oldu.

       Paris elçiliğine gönderilmiş bulunan Mustafa Reşit Bey (Paşa)’in oradan yolladığı layihalar padişah üzerinde müessir olmuştur.Tanzimat devrinin açılmasında mühim bir yer işgal eden bu zata göre Osmanlı devletinin geri kalmasının başlıca sebebi eski tarz idareyi devam ettirmiş olmasında ileri geliyordu.O Avrupa’da Parlamenter sistemlerin faydalarını  görüp  takdir ettikten sonra Mutlakiyet idaresinin kısmen de olsa hudutlandırılmasının Osmanlı devleti için faydalı olacağına kani olmuştu. Paris ve Londra elçilikleri sırasındaki müşahedeleri ona, Osmanlı devleti‘ nin bekası ve Avrupa ile daha iyi münasebetlerde bulunmasının temini için imparatorlukta geniş mikyasta reform yapılmasını zaruri olduğunu telkin etmiş ve ıslahat hakkındaki düşüncelerini İstanbul’a gönderdiği tahriratlarında belirtmiştir. Özelikle İngiliz hükümeti ile yaptığı temaslarda bazı şartlar dahilinde İngiltere’nin , Mısır valisi Mehmet Ali paşa karşısında Osmanlı Devleti yanında yer alacağını öğrenmişti. Mustafa Reşit Paşanın bu faaliyetleri, II. Mahmut’un her defasında dikkatini çekerek onu 1837’de hariciye nezaretine tayin etti. Hariciye nazırı olarak İstanbul’a geldikten sonra ıslahat meselesi üzerinde ısrarla durdu. Hariciye nezaretinde komisyon kurarak sanayi, ziraat ve ticaretin gelişmesine, iltizam usulünün kaldırılmasına, Osmanlı tebaası arasında eşit hakların teminine ve ıslahat ile diğer meselelere dahil lahiyalar hazırlayarak Padişaha takdim etti. Esasen Avrupa devletlerinin üzerinde durdukları mesele Gayr-ı Müslim tebaanın idare ve amme hukukunda Müslim tebaa ile eşit haklara sahip olmaları idi. II. Mahmut, Osmanlı tebaası arasında din ve mezhep farklarını yeni bir hukuk anlayışı ile hafifletilmesine taraftardı.

       Mustafa Reşit Paşa ile Hariciye nazırlığı sırasında ıslahat hareketi hemen her sahada süratle gelişmeye başladı. Memurlar rütbelerine göre maaşa bağlandılar. Ziraat, ticaret ve sanayi sahalarında yeni tedbirler alındı. Vergilerin tertibi, emlak tahriri ve nüfuz tespiti hakkında yeni nizamnameler çıkarıldı. Hatta ilk olarak Bursa ve Gelibolu’da emlak tahriri için memurlar gönderildi. Daha bu tarihlerde “Tanzimat-ı Hayriye” tabiri kullanılmaya başlandı. Hatta Tanzimat-ı Hayriye’nin her türlü şartları ile mali yönü düşünülerek tahsisat ayrıldı, ilan edilmek için zaman kollanmaya başlandı. Fakat Akif Paşa gibi bazı muhaliflerin tesiri ile Tanzimat ilan edilemedi. Esasında bu sırada Mısır meselesi tekrar alevlenmişti. Ancak bu gibi meselelerin hallinden sonra ilan edilmesi daha yerinde olurdu.

       Buraya kadar, özet olarak yapmış olduğumuz izahattan da açıkça anlaşılacağı gibi Tanzimat sadece ilan edildiği zaman başlayan bir dönem olmayıp, fermanın ihtiva ettiği hükümler daha çok önceleri üzerinde durulmuş meselelerdir. Bilhassa III. Selim’in ıslahat hareketleri bilerek ve şuurlu bir reform faaliyeti olarak Tanzimat’ın başlangıcı sayılabilir. II. Mahmut ise III. Selim’in reform programını tatbik etmeye gayret eden ve bu arada, III. Selim’i bazı noktalarda aşan reformcu bir padişah olarak göze çarpar. Ne yazık ki, II. Mahmut hazırlattığı ve hatta mali yönünü de hallettiği Tanzimat-ı Hayriye’yi ilan etmeye ömrü vefa etmeyecek, fermanın ilanı büyük oğlu Abdülmecit’e nasip olacaktır.

     

       TANZİMAT FERMANININ İLANI

   

          Mustafa Reşit Paşa tarafından kaleme alınan Tanzimat fermanı 3 Kasım 1839 tarihine tesadüf eden Pazar günü yapılan büyük bir merasimle ilan olundu.Topkapı sarayı müştemilatından olan Gülhane köşkü önünde merasim için büyük hazırlıklar yapıldı bu merasime sadrazam, şeyhülislam, bütün saray erkanı, devlet ricali, ulema, esnaf cemiyetleri, Rum, ermeni patrikleri, haham başı, İstanbul’da bulunan yabancı sefir ve konsoloslar iştirak ettiler.Hatt-ı Humayunu bizzat Mustafa Reşit Paşa okumu, padişah ise merasimi Gülhane köşkünden takip etmiştir. Osmanlı tarihinde yeni bir devre açan ferman, okunduğu yere nispetle Gülhane Hatt-ı Humayunu ve bir diğer adı ile Tanzimat’ı Hayriyye fermanı adını aldı.Tanzimat fermanın okunduğu yere bir abide dikilmesi ve her sene burada merasim yapılması karalaştırıldı. Fakat Gülhane köşkü Topkapı sarayının içinde bulunduğundan ve o zamanlar halkın yapılacak merasimlere iştiraki güçlük arz edeceği için burada abide dikilmesinden vazgeçildi. Daha sonra bu abidenin Beyazıt meydanına dikilmesi düşünülmüş ise de  her nedense bu fikirde tahakkuk etmemiştir.

      Fermanın ilanı İstanbul da bazı muhafazakar zümrelerin memnuniyetsizliğine rağmen geçicide olsa birkaç gün bayram havası yarattı; Avrupa’da ise daha müsbet olarak karşılandı, matbuat da bu yeni ıslahat hareketinin başarı elde edeceğini memnuniyetle belirtti. Tanzimat-ı Hayriye fermanı ilandan sonra devletin resmi gazetesi takvim-i Vekayi’de de yayınlandı. Ayrıca Fransızcaya tercüme olunarak, yabancı devletlerin İstanbul’daki elçilerine resmen gönderildi.İstanbul’da bulunan yabancı devletlerin sefirleride Tanzimat fermanının Osmanlı devleti için hayırlı ve uğurlu olacağına inandıklarını belirten yazılarını Babıali ye gönderdiler.

     

           TANZİMAT FERMANININ TAHLİLİ



         Tanzimat’ı Hayriye Fermanının yazılış tarzında, hukuki bakımından bir sistemsizlik görülmekle beraber bu fermanın hükümleri arasında tebaa ile devlet münasebetlerine dair esasların ve amme kudretinin istimali tarzına ait kayıtların konulmuş olması ve bil hassa devlet teşkilatında yeniliklerin yapılmasının zaruri olduğuna işaret edilmiş bulunması hukuken hükümdarın salahiyetlerini tehdit eden bir mahiyet arz etmektedir. Bu sebepledir ki bu ferman, meşruti idarelerin teşekkülüne yol açan, yani bir hükümdar tarafından verilen “Muharrer İmtiyaz” mahiyetini haiz hukuki vesikalar arasında yer almaktadır.

         Gülhane Hatt-ı Hümayunu metninde, kuruluşundan beri, “Ahkam-ı Kur-aniyye” ve “Kavanin-i Şer’iyye” ye bağlı bulunan Osmanlı devletinin refah içinde iken 150 seneden beri muhtelif sebeplerle şer’iyyata riayetsizlikten dolayı fakirliğe ve harabiye sürüklediği gerekli yeni kanunlar tedvin edildiği taktirde coğrafi mevkii, toprağının verimliliği ve halkının kabiliyeti sebebi ile devletin 5-10 yılda ümit edilen seviyeye ulaşılacağı belirtilmekte, tebaa ya ırk ve din tefrik edilmeden sağlanacak can ve mal emniyeti, iltizam usulünün kaldırılarak erkesin gelirine göre vergi verilmesi askere alma usulünde de değişiklik yapılarak her bölgeden hizmete alınanların belirli bir süre için askerlik yapması, mahkemelerin açık olması, yargılamanın açıkça yapılması, kimsenin hakkının yenmemesi, adli ve mali mevzuatın Meclis-i Ahkam-ı Adliye’de, askeri mevzuatın Daru’ş-Şura-yı Askeri’de kanunlara uyacağına dair padişahın yemin etmesi, ulema ve sülaleden de bu hususta yemin alınması, geçim sıkıntısı çeken memurların maaş vaziyetinin düzeltilmesi, rüşvet alma ve rüşvet verme gibi zararı aşikar şeylerin önüne geçilmesi gibi hususların düzenleneceği vaat ediliyordu.

      Fermanda şeriat hükümlerine aşırı derecede bağlı kalındığı intibağı uyandırılmak istenmesine rağmen Avrupa’da yayılmış bulunan hukuk ve devlet anlayışına ait fikirlerden geniş ölçüde mülhem olunduğu dikkati çekmektedir. Nitekim devletin asıl gayesini memleketi kalkındırmak ve halkı refaha kavuşturmak yanında şeriata ve mutlakıyetin devamına rağmen tabi ve amme hukuku ile ilgili kanunlar daha çok batıdan mülhemdi. Fakat buna rağmen şeriat hükümleri yanında ona muhalif olmayan ve Padişahın fermanı ile kanun çıkarma usulü Osmanlı örfi hukuku icabındandı. Bu yüzden Tanzimat batı ile doğu birleştirmeyi denemiştir.









TANZİMAT FERMANINI’NIN AKİSLERİ



     Tanzimat-ı Hayriyye fermanını ilanından kısa bir süre sonra fermanı metni bütün eyaletlere gönderildi. Ferman Avrupa umumi efkârında iyi karşılanmasına rağmen Müslüman tebaa ile gayr-i Müslim tebaa, cemaat ve ruhani reisler arasında hoşnutsuzluk yarattı. Islahat taraftarı zümre ile muhafazakârlar arasında yeni bir mücadelenin doğmasına sebep oldu. Nitekim başşehirde devlet ricali ikiye ayrılmış, başta Sadrazam Kara Hüsrev Paşa ve taraftarları, Tanzimat’ı Hayriyye fermanını bir İslam devleti olan Osmanlı imparatorluğu’nun an’a nelerine haykırı görmüşlerdir. Bu durum eyaletlerde geniş halk kitleleri üzerinde de tesirini göstermekte gecikmedi. Diğer taraftan din farkı gözetmeksizin bütün tebaayı eşit gören ferman, Hıristiyan tebaa tarafından kendi milli gayelerinin tahakkukuna yarayacak bir vesika telaki etmelerine karşılık cemaat reisleri ve ruhban sınıfı eski imtiyazlarının elden gideceği endişesine kapılmışlardı, bu yüzden fermanı benimseyemediler.



TANZİMAT FERMANI’NIN TATBİKİ



 Gülhane Hatt-ı hümayunu’nun hükümlerinin tatbik edilmesi ile başlayan yeni ıslahat hareketinin iki dönemde ele alınması gerekmektedir. Birinci dönem Tanzimat fermanının ilanından 1856 ıslahat fermanı’nın ilanına kadar geçen dönem, ikincisi ise 1856’da 1876 meşrutiyetin ilanına kadar geçen dönem olarak belirlemek  gerekir. Birinci safhada Mustafa Reşit Paşa, ikinci safhada ise Ali, Fuat ve Mithat Paşalar ile çevresindeki erkanın değerlendirilmesi gerekir.

     Birinci devir (1839-1856) Gülhane hatt-ı hümayunu’nun getirmiş olduğu yeni hükümlerin Osmanlı imparatorluğunda tatbik edilmesi mühim bir mesele teşkil ediyordu. Fermanın hükümlerinin ne şekilde tatbik edileceğine dair devletin henüz büyük bir hazırlığı yoktu. İlk tedbir olarak vükela heyeti tarafından fermanın esaslarının eyaletlerde halka daha iyi anlatılması ve fermanın getirdiği yeni hükümler karşısında çıkması muhtemel kargaşanın önüne geçilebilmesi için, fermanı açıklayan ve hangi esaslara dayandığını belirten yeni bir fermanın tanzim edilerek gönderilmesi gereği ortaya çıkmış ve bunun üzerine yeni bir ferman gönderilerek, Tanzimat’ın esasları daha iyi belirtilmeye çalışılmıştır. Yeni fermanda (1840) padişah, tatbiki istenen yeni kanun ve nizamların hilafına hareket etmeyeceğini belirtiyor ve Tanzimat-ı Hayriyye fermanı’nın hükümlerini açılıyordu Müslim ve gayr-ı Müslim bütün tebaanın mal, can, ırz ve namusunun kanunların teminatı altında bulunduğunu, vezirden çobana kadar herkesin kanun önünde eşit olduğunu anlatıyor, kanuni bir hüküm verilmedikçe ve padişahın hiçbir kimsenin idam cezasına çarptırılamayacağı, bunun hilafına hareket edenlerin hangi mevkide olursa olsun cezalandırılacağı ve ancak bu surette zulmün önüne geçilebileceğini işaret ediyordu.

        1840 senesi  başlarından itibaren başşehir ve başşehir e yakın olan eyaletlerde Tanzimat fermanının tatbikine girişildi. Bir müddet sonrada eyaletlere talimat gönderilerek, mali, idari ve diğer sahalarda lüzumlu görülen ıslahatların ne suretle tatbik edileceği bildirilmişti.

        Ahalinin fakirleşmesine sebep olan iltizam usulü 1840’dan itibaren kaldırıldı. Her mahallin toprak mahsulüne ve ticari durumuna göre vbe herkesin iktidarına emsal ve gelirince uygun olarak adil verdi alınması kabul edildi. Mali işlerin tertip ve tanzimi için eyaletlere bu işleri yönetecek memurlar gönderildi. Ayrıca bu memurların maiyetine kafi derecede katipler verildi.

       Mustafa Reşit Paşa’nın hariciye nazırlığı devrine rastlayan Tanzimat’ın ilk yıllarında bir çok yenilikler yapıldı. Yeni kanunlar çıkarıldı. Maliye ıslah edilmeye çalışıldı. Ticaret mahkemeleri kuruldu.

        O zamana kadar bazı muayyen yerler dışında, şehir, kasaba ve köylerde çan çalmak yasaktı. Tanzimat ile dini ayinlerin her yerde serbestçe yapılmasına müsaade olunması ve bunun neticesi olarak gayr-ı Müslimlerin bulundukları her yerde çan çalınması Müslüman halk arasında nefreti mucip oldu.

        Mali buhranın önüne geçebilmek için Mustafa Reşit Paşa bir devlet bankası kurma yolunda girmişse de vükela hayrettin mahzurları belirtmesi üzerine bundan vazgeçmişti buna rağmen Mustafa Reşit Paşa kağıt paralarının sahtelerinin kaldırmaya, “kaime-i mutebere-i nakdiye” adı altında yeni bir kağıt para çıkararak mali buhranı karşılamaya çalışmıştı. Fakat mali sahada bu ve buna benzer alınan tedbirler Müslim ve gayr-ı Müslim tebaa arasında hoşnutsuzlukların doğmasına sebep oldu. Kiliselerin vakıflarını idare eden nüfuz sahibi yüksek ruhban sınıfı, vergilerin yeni sisteme bağlanması ile eski kazançlarını elde edemediklerinden Tanzimat’tan memnun olmadılar. Başşehir de, vilayetlerde, Bosna-Hersek, Niş, Lübnan, Girit ve daha bazı yerlerde Tanzimat’ın ilk senelerinde görülen ayaklanmalar hep ıslahat meselesi ile ilgili idi.

      Mısır meselesinin hali üzerine ıslahatın tatbikine hız verilmiş buna karşılık eyaletlerde ve başşehirde Tanzimat’a karşı muhalefet kuvvetlenmiştir. Mustafa Reşit Paşa gözden düşmüş, tekrar Paris elçiliğine tayin olmuştur. Reşit Paşadan sonra hariciye nezaretine gelen Mehmet Sadık Rıfat paşa, Tanzimat-ı Hayriye’ye ciddi suretle inanmış olmakla beraber, yeni nizamın süratle değil, tebricen ve ihtiyatla tatbikine taraftardı.

       Bir çok müşküllere ve engellere rağmen Tanzimat hareketi devam etti. Sultan Abdülmecit ıslahatın devamı için büyük gayret gösteriyordu. Bu arada Valide sultan tarafından bazı hayır işleri (mesela guraba Hastanesi gibi) yapılmakta idi.

       Tanzimat a gelinceye kadar Osmanlı devletinde damga pulu yoktu. Gelirlerin artırılması için, damgalık kağıtlar çıkarıldı ve daha sonra bunların yerine damga pulu ihdas edildi.

       Şehirlerin ve limanların keşfi yaptırılarak haritalar tazim olunmaya başlanıldı. Ordu ve donanmada köklü ıslahata gidildi. Özelikle tersane ve donanma batı modeline göre yeniden teşkilatlandırıldı 1843’de ordunun tanzimi için bazı kararlar alındı. Askerlik müddetti beş sene olarak kabul edildi. Eski neferlersin büyük bir kısmı terhis edildi. Ordu; Hassa, Der saadet, Rumeli, Anadolu ve Arabistan olmak üzere beş sınıfa ayrıldı. Ordunun talim ve terbiyesine itina için daha önce açılmış olan Harbiye Mektebi’ne talebe yetiştirmek üzere ordu merkezlerinde 1845’de idadi mekteplerin kurulması için irade çıktı.

      Tazimatın tatbikine başlandığı vakit gayr-ı Müslim tebaanın vaziyeti mühim bir durum arz etmekteydi. Tazimatın bahsettiği haklardan faydalanan bu tebaa Osmanlı hâkimiyetinden kurtularak kendileri din ve mezhep yönünden aynı olan yabancı devletlere o derce meylettiler ki Katolikler kendilerini Fransız Ortodokslar Rus Protestanlar ise İngiliz addediyorlardı.

      Bundan dolayı Avrupa devletleri ve zaman zaman Papalık, Osmanlı Devletine müdahale ettiler. Tanzimat’ta gayr-ı Müslim tebaanın idare edilmesini güçleştiren yalnız bu yabancı devletleri müdahaleleri değildi Maruniler, Rumlar,Ermeniler, Ulahlar ve diğer Hıristiyan mezheplerine mensup cemiyetleri kendi aralarında milliyet ve mezhep farkları yüzünden giriştikleri mücadele tazimatın tatbikini etkileyen önemli bir faktör olmuştur. Din ve mezhep itilafları devleti iç ve dıştan istikrarlı bir siyaset takip etmesine büyük bir engel teşkil ediyordu. Ayrıca kapitülasyonlar dolayısıyla tabiiyet değiştiren oluyor ve devlet bunlara herhangi bir müdahalede bulunamıyordu. Yine bu devirde Protestan cemaat de ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu cemaatin başını İngiltere ve Amerika çekmekteydi. Bazı Müslümanların da ticari menfaat dolayısı ile protest anlık’ı seçtiği görüldü.

      Bütün bunlara rağmen Tanzimat döneminde bazı müsbet işlerin yapıldığı görülmekteydi. Bunların başında maarif alanı gelmektedir. Açılan bir takım mektepler, maarifimize yeni bir yön vermeye çalışıyordu. Batı modeli belediye teşkilatı ile arşivcilik yine bu dönemin önemli Faaliyetlerinden sayıla bilir.

      Netice olarak diye biliriz ki Tanzimat hareketi, yüksek bir mazisi bulunan Osmanlı imparatorluğunun içinde, zamanla her sahada meydana gelen çöküntünün gidermesini ve batı dünyasında süratle ilerleyen teknik gelişmelere ayak uydurabilmek için, devletin hemen hemen bütün müesseselerini yeniden tanzim tensikinin ifadesidir. Bununla beraber bütün gayretlere rağmen bil hassa devlet idaresindeki ahlaki çöküntü sebebi ile, istenen netice tam manası ile elde edilememiştir.





    ISLAHAT FERMANI (28 Şubat 1856)



    Islahat fermanı esasında Osmanlı imparatorluğunun iç bünyesindeki düzenlemeleri hedef almakla beraber devletler arası bir anlaşmada yani Paris Antlaşmasının maddeleri arasında yer alması yönünden siyasi niteliği de olan bir fermandır. Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Ortodoks tebaa yı himaye etme ve imtiyazlarını çoğaltma istekleri kırım harbine sebep olmuştu. Netice de Avrupa Devletleri ile müşterek hareket eden Osmanlı devleti Rusya’nın bu isteklerine mani olduğu gibi onun daha geniş politikasını da engellemişti. İngiltere-Fransa-Avusturya daha Nisan 1855’de savaş sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını tespit etmek için toplanmışlar ve bu hususta bazı kararlar alınmıştır. Sonra buna dayanarak 16 Aralık 1855’de bir antlaşmaya varılmışlardı Rusya’nın kabul ettiği bu anlaşma kararları arasında Babıali’nin hükümranlık haklarını bozmayacak şekilde Hıristiyan tebaanın hakkı ve imtiyazlarını belirleyen bir fermanın çıkartılması da yer alıyordu. Osmanlı hükümeti Viyana’da yapılan görüşmelerde yukarıda belirtilen hususu devletin iç işlerine karışma anlamına geleceğini bildirerek 16 Aralık tarihini kararlar arasında yer almasına çalışmışsa da başarı sağlayamamıştır bunun üzerine Paris’te yapılacak barış  görüşmelerinden önce Osmanlı devleti ıslahat fermanını ilan ederek müttefikleri olan devletlere iç işlerine karışma yolunu kapatmaya çalıştı. Bunun içinde derhal bir komisyon kurularak Sadrazam dış işleri nazırı ve devletin ileri gelen adamlarından başka İngiltere-Fransa-Avusturya elçileri de bulunuyordu. Komisyonun kuruluş şekline bakılacak olursa yabancı devletlerin hazırlanacak fermanda etki sahibi olmak istedikleri anlaşılmaktaydı. Avrupa devletlerinin amaçları Rusya’nın daha önce Osmanlı devletinden Hıristiyanları bahane ederek sağladığı hak ve imtiyazları kendilerinde hiç olmazsa bu yoldan elde etmelerine dayanıyordu. Ancak takip edilecek siyaset hakkında aralarında bir görüş birliği yoktu. Bununla beraber hepsini ileri sürdüğü ortak nokta Osmanlı Devletinin 1839’da ilan ettiği Tanzimat fermanı hükümlerinin Müslim ve gayr-ı Müslim tebaa arasındaki farkları ortadan kaldırmadığı bu sebeple yeni çıkarılacak fermanda gayr-ı Müslim tebaa ya eşitliği sağlayacak hükümlerin konulmasıyla bunların uygulanmasında Avrupa devletlerinin söz hakkına sahip olması idi. Netice de komisyon tarafından Fransız tezi kabul edildi. Buna göre viyana kararlarına uyarak Müslüman ile gayr-ı Müslim tebaa arasında eşitliği sağlayacak bir fermanın ilan edilmesine ve bunun barış anlaşmasında yer almasına karar verildi. Bu şartlar altında yapılan ıslahat fermanı 28 Şubat 1856 günü İstanbul’da devletin ileri gelenleri ile yabancı devlet elçiliklerinin huzurunda okunarak kabul edildi.



Fermanın getirdiği önemli hususları şu şekilde sıralayabiliriz :



v    Tanzimat fermanı ile bütün din ve mezheplere verilen bütün hak ve imtiyazlar bu fermanla yenileniyor ve bunun uygulanması için gerekli önlemler alınıyordu.

v    Müslim ve gayr-ı Müslim Osmanlı tebaası kanun önünde eşit olacaklardı.

v    Patrikhanede yeni meclisler kurulacak, meclislerin aldığı kararlar Babıali tarafından tasdik  edildikten sonra yürürlüğe girecekti.

v    Patrikler ömür boyu bu makama seçileceklerdi.

v    Şehir ve kasabalarda bulunan kilise, manastır, okul ve hastane gibi yerlerin tamir veya yeniden yapılmasına izin verilecekti.

v    Irk, din ,dil farkı gözetmeden mezhepler arasındaki üstünlük kaldırılıyor bir başka deyimle hiçbir mezhep diğerinden üstün sayılmıyordu.

v    Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktı.

v    Devlet hizmetine askerlik görevine ve okullara bütün tebaa eşit olarak kabul edilecekti.

v    İmparatorluk içinde bulunan her toplum okul açabilecekti.

v    Vergiler eşit alınacak, iltizam usulü kaldırılacaktı.

v    Bütün tebaa’nın eşit ve serbest bir şekilde ticari ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktı.

v    Mahkemeler açık olacak keyfi cezalar verilmeyecekti.

v    Müslümanlar ile gayr-ı Müslimler arasındaki davaları görmek üzere muhtelif mahkemeler kurulacaktı.



Yabancı devletlerde yapılan anlaşmalar gereğince bu devletlerin Osmanlı imparatorluğu topraklarında mülk sahibi olmaları sağlanacaktı.

      Yukarıdaki hususlardan anlaşılacağı üzere ıslahat fermanı 1839 Tanzimat fermanı gibi can, mal, namus güvenliğinin sağlanması değil, aynı zamanda imparatorluk içindeki gayr-ı Müslimlerin Müslümanlarla eşit haklara sahip olmasını esas almıştır. Görünürdeki gayesi bütün toplulukları din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmak ve böylece bir Osmanlı toplumu meydana getirmekti. Ancak ferman konu olarak sadece gayr-ı Müslim haklarını ve imtiyazlarını genişletmekten başka bir şey yapamamıştır. Müslümanlar için yeni bir şey getirememiştir. Böylece Osmanlı Devletlerin baskısı karşısında toprakları ve haklarını savuna bilmek için gayr-ı Müslim toplumları eşitlik tanıdığını resmen ilan etmek zorunda kalmıştı. Halbuki Osmanlı devletti bu eşitlik prensibini bütün tarih boyunca kendi isteği ile uygulamıştır. Şimdi bunu resmen yapmayı vaat etmekle sanki kendisinde daha önce var olmayan bir adaletsizliği şimdi yapmış olmak gibi bir duruma düşüyordu. Avrupa devletlerinin Osmanlı devletini böyle bir ferman mecbur bırakması kendileri açısında siyasi, ekonomik ve kültür alanlarda yeni menfaatler sağlanmasına yer açmıştı. İşte bu sebeple fermanı Paris anlaşmasının kapsamı içine aldırmışlardır. Esasında ıslahat fermanı’nın getirdiği hükümler Müslümanlar arasında infiale sebep oldu. Fermana karşı her yerde hoşnutsuzluk görüldü. Bu arada gayr-ı Müslimlere askerlik görevi de yüklenmiş, fakat hemen akabinde bedel usulü kabul edilerek bedel verenler askerlikten muaf tutulmuştur.imparatorluk içerisinde pek hoş karşılanmayan ıslahat fermanı uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bu sebeple bazı hükümleri kağıt üzerinde kaldı. Aslında ıslahat fermanı, Tanzimat fermanı’nın genişletilmiş şeklinden başka bir şey değildi. Ancak Tanzimat fermanı ülkenin içine düştüğü kötü durumlardan kurtulması için Osmanlı devlet adamları tarafında hiçbir baskı olmaksızın hazırlanmıştı. Islahat fermanı ise yukarıda belirtimiz gibi yabancı devletlerin tesiri altında hazırlanmıştır. Osmanlı devleti bu fermanı baskı sonucu ilan etmiş bulunuyordu. Aslında ise Hıristiyan toplulukların kararları bundan böyle Avrupa devletleri öne geçmiş oluyordu. Nitekim bu tarihten itibaren Paris anlaşması’nda ön görülen Osmanlı devleti’nin iç işlerine karışılmayacağı hükmün hiçbir zaman dikkate alınmamış büyük devletler fırsat buldukça devletin iç işlerine karışarak bir takım iç ve dış olayların çıkmasına sebep olmuşlardır.


Tanzimat ve Islahat Fermanı - Meşrutiyet dönemleri olayları

a-Tanzimat Fermanı 1839: II.Mahmut’un yerine geçen Abdülmecit de reform yanlısı idi bu nedenle devleti kurtarmak, batı desteğini sağlamak amacıyla Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanan reform programını kabul etti. Fermana göre:

1-Müslüman ve Hristiyan tüm Osmanlı halkının ırz, namus, can, mal özgürlüğüne kavuşması

2-Vergilerin herkesin gelirine göre alınması

3-Mahkemelerin açık olması

4-Rüşvet ve iltimasın kaldırılması

5-Askerlik işlerinin bir düzene konulması ve askere alma, bırakılmanın sağlam bir esasa alınması

6-Herkesin mal ve mülk sahibi olabilmesi ve mirasçılarına bırakabilmesi



Önemi:

1-Kişi ve devlet hakları karşılıklı olarak düzenlenmiştir.

2-İlk kez padişah gücü üzerinde kanun gücü egemen olmuş, padişahın yetkiler sınırlandırılmıştır.



Not: Bu özelliklerle ferman anayasal nitelik kazanmıştır.

3-Azınlıklar hukuksal olarak müslüman halka eşit hale getirilmiştir.

4-Azınlıkların askere alınması öngörülmüş askerlik bir vatan görevi haline getirilmiştir.



b-Islahat Fermanı 1856:

Tanzimat Fermanından farklı yönü yalnızca azınlıklar için bazı haklar öngörmesidir. Tanzimat fermanını tamamlayan bir fermandır.

1-Azınlıkları küçük düşürücü sözcüklerin kullanılmaması

2-Yabancı uyrukluların mal ve mülk sahibi olabilmeleri (Vergilerini ödemek koşuluyla)

3-Azınlıkların da devlet memuru olabilmeleri ve her çeşit okula girebilmeleri

4-Mahkemelerin açık olması herkesin kendi dininde yemin edebilmesi

5-Askerlik için bedel sisteminin kabul edilmesi

6-İşkence, dayak ve angaryanın yasaklanması

7-Hristiyanlar il meclisine üye olabilecekler

8-Herkes şirket ve ticari nitelikli kurum kurabilecekti.



Meşrutiyet Dönemleri



Abdülaziz, Jön Türkler (Genç Osmanlılar) tarafından 1876’da tahttan indirildi. Yerine V.Murat padişah oldu. Meşrutiyetin ilanıyla Genç Osmanlılar;

Osmanlı Devletinin parçalanmaktan kurtulacağını,

Avrupa devletlerinin iç işlerimize karışmalarını sona ereceğini,

Azınlık isyanlarının sona ereceğine inanıyorlardı.

V:Murat kısa sürede tahttan indirildi yerine II. Abdülhamit tahta çıktı. 1876’da Kanun-i Esasi yayınlandı. Böylece; İlk kez yönetim sisteminde değişiklik oldu.

1908 yılında İngiltere ve Rusya’nın Reval’de görüşmeleri , bu görüşmelerde İngiltere’nin Rusya’yı Osmanlı Devletine karşı izlediği politika da serbest bırakması üzerine mücadele hızlanmış Makedonya’da Resneli Niyazi adlı subayın isyan etmesiyle II.Abdülhamit Meşrutiyeti II.defa ilan etmek zorunda kalmıştır.( 24 Temmuz 1908 ).

II.Meşrutiyetle birlikte İttihat ve Terakki Partisinin karşısına ” Ahrar ” partisi kurulmuştu.Parti Meşrutiyet rejimine karşı tavır izlemekteydi.Sonuçta İstanbul’da 31 Mart Olayı ( 13 Nisan 1909 ) dediğimiz ayaklanma çıktı.

Önemi : Osmanlı Devletinde rejime karşı çıkan ilk ayaklanmadır.


Bu ayaklanmayı merkezi Selanik’te bulunan “Hareket ordusu” bastırdı.Ordunun komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kolağası
( Kurmay başkanı) M. Kemal’di.

Sonuçları  :

·         Hareket ordusu isyanı bastırdı,İstanbul’da düzen yeniden sağlandı.

·         II.Abdülhamit ayaklanmayı bastırmadığı, hatta ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirilerek yerine V.Mehmet Reşad tahta geçirildi.

·         Anayasada bazı demokratik değişiklikler yapılarak,Padişahın yetkileri sınırlandırıldı.

·         Karışıklıklar tam olarak önlenemedi.





TANZİMAT FERMANIYLA ISLAHAT FERMANI ARASINDAKİ FARKLAR


1. Tanzimat fermanı yöneticilerin kendi isteğine göre hazırlanırken, Islahat fermanı Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılmıştır.

2. Tanzimat fermanı genel olarak bütün halkın güvenlik vergi ve askerlik konularında adaletli değerlendirilmesi esas alınmıştı. Islahat fermanında ise din ve ırk farkı gözetmeksizin aradaki eşitsizlik kaldırıldı.

3. Tanzimat fermanı özellikle müslümanlar için hazırlanmış ıslahat fermanının ise Hristiyanlar için hazırlandığı kabul edilmiştir.

4. Islahat fermanı müslümanlar ve ulema tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Hristiyanlar ise kendilerinden istenen askerlik görevinin ekonomik faaliyetlerini engelleyici bir durum olarak nitelemişlerdir.

5. Islahat fermanı Fransız ihtilalinin getirdiği bazı maddeleri taşıdığından hristiyanların devletten ayrılma isteklerini hızlandırmıştır.



Islahat fermanı Tanzimat fermanından farklı olarak sadece azınlıkları kapsıyordu. Islahat fermanına göre; Müslüman olmayanları küçük düşürücü sözler kullanılamayacak,azınlıklar devlet memuru olabilecek ve her tür okula girebilecek, mahkemeler açık olacak ve herkes kendi dininde yemin edebilecek, işkence, dayak ve angarya yasak olacak; Hristiyanlar yerel yönetim meclislerine üye olabilecek, yabancı uyruklular mal ve mülk edinebilecek, gayrimüslimlerden alınan baş vergisi olan cizye kaldırılacak, Hristiyanlar için bedelli askerlik getirilecek ve herkes şirket, banka gibi ticari kurumlar açabilecekti.

Ayrıca Tanzimat Fermanında hiçbir yabancı etkisi yokken Islahat fermanı Ali Paşa ile beraber İstanbul’daki İngiliz ve Fransız elçilerinin arasında kararlaştırılmıştır. Islahat Fermanı’nın en tehlikeli yönü ise Paris Antlaşması’nda kayıtlı olması sebebiyle Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasetinde bir yabancı müdahalesine açık kapı bırakılmış olması idi.

a-Tanzimat Fermanı 1839: II.Mahmut’un yerine geçen Abdülmecit de reform yanlısı idi bu nedenle devleti kurtarmak, batı desteğini sağlamak amacıyla Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanan reform programını kabul etti. Fermana göre:

1-Müslüman ve Hristiyan tüm Osmanlı halkının ırz, namus, can, mal özgürlüğüne kavuşması

2-Vergilerin herkesin gelirine göre alınması

3-Mahkemelerin açık olması

4-Rüşvet ve iltimasın kaldırılması

5-Askerlik işlerinin bir düzene konulması ve askere alma, bırakılmanın sağlam bir esasa alınması

6-Herkesin mal ve mülk sahibi olabilmesi ve mirasçılarına bırakabilmesi



Önemi:

1-Kişi ve devlet hakları karşılıklı olarak düzenlenmiştir.

2-İlk kez padişah gücü üzerinde kanun gücü egemen olmuş, padişahın yetkiler sınırlandırılmıştır.



Not: Bu özelliklerle ferman anayasal nitelik kazanmıştır.

3-Azınlıklar hukuksal olarak müslüman halka eşit hale getirilmiştir.

4-Azınlıkların askere alınması öngörülmüş askerlik bir vatan görevi haline getirilmiştir.



b-Islahat Fermanı 1856:

Tanzimat Fermanından farklı yönü yalnızca azınlıklar için bazı haklar öngörmesidir. Tanzimat fermanını tamamlayan bir fermandır.

1-Azınlıkları küçük düşürücü sözcüklerin kullanılmaması

2-Yabancı uyrukluların mal ve mülk sahibi olabilmeleri (Vergilerini ödemek koşuluyla)

3-Azınlıkların da devlet memuru olabilmeleri ve her çeşit okula girebilmeleri

4-Mahkemelerin açık olması herkesin kendi dininde yemin edebilmesi

5-Askerlik için bedel sisteminin kabul edilmesi

6-İşkence, dayak ve angaryanın yasaklanması

7-Hristiyanlar il meclisine üye olabilecekler

8-Herkes şirket ve ticari nitelikli kurum kurabilecekti.