30 Ekim 2016 Pazar

Her iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Rahim ağzı kanseri, kanserden ölümler arasında ikinci sırada yer almaktadır. 

Her yıl dünyada 500.000 kadın rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bu sayının yarısı hayatını kaybediyor. Ülkemizde de rahim ağzı kanseri nedeniyle yılda 556 ölüm olmaktadır. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut rahim ağzı kanseri hakkında bilgi veriyor ve HPV aşısının yararlarını anlatıyor!

Rahim ağzı kanseri 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen kanserdir. Yine kanserden ölümlerin ikinci nedenidir. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 500.000 yeni rahim ağzı kanseri vakası yakalanmakta ve bunların yarısı da bu nedenler kaybedilmektedir.

Her iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Başka bir nedenle her yıl dünyada iki dakikada bir, bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir. Globacan 2008 verilerine göre, ülkemizde serviks kanserinden yılda 556 ölüm olmakta ve 1434 yeni vaka görülmektedir. Rahim ağzı kanserinin %99.7’si HPV (Human Papiloma Virus) enfeksiyonu sonucu gelişmektedir. HPV deri ve mukozayı tutan bir ağacın dalları kadar çok tipe sahip geniş bir virüs ailesidir. Bu ailenin en az 40 tipi genital sistemi etkilemekte, bunların da en az 15’i rahim ağzı kanserine neden olmaktadır.
HPV erkekte de anagenital sistem kanserinde etkendir. 1976 yılında Alman Kanser Araştırma merkezinde Prof.Dr. Hausen, HPV ile rahim ağzı kanseri arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Bu bilgi 2008 yılında Nobel Tıp ödülüne layık bulunmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü HPV aşısının yapılmasını öneriyor!

1980’li yılların başından bu yana teknolojik gelişmeler sonucunda HPV enfeksiyonunu ve neden olduğu sonuçları önlemeye yönelik aşılar üretmeye, kullanılmaya başlanmıştır. 2 farklı HPV aşısı geliştirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) HPV aşısının rutin olarak yapılmasını ve aşının ulusal immünizasyon programlarına dahil edilmesini önermiştir.

HPV erkeklerde de penis ve anal kansere neden olduğu için erkeklerde aşılanmaktadır. Avusturalya, Fransa, Meksika, İngiltere ve ABD’de gibi 75 ülkede erkeklerde aşı uygulanması onaylanmış ve ulusal aşı programına alınmıştır.

İmmün cevabın belirgin olması ve cevabın kalıcılığı açısından erken yaşta aşılama başlatılmalı ve mümkünse ilk seksüel ilişkiden önce ya da en kısa sürede aşılanmalıdır.

Kimlere HPV aşısı yapılabilir?

HPV aşısı için bir risk grubu söz konusu değildir. HPV her kadında enfeksiyon ve buna sekonder kansere neden olabileceğinden 9 - 45 yaş arası her kadın aşılanmalıdır.

Aşılı kadının yaşamı boyunca pap-smear gibi kanser tarama programları devam etmelidir.

HPV aşısı canlı bir aşı olmadığından immün yetmezliği olanlarda da yapılabilir ancak beklenen immün yanıt düşük olacağı unutulmamalıdır.

Gebelikte aşı yapılmaz, kadının aşı yapıldıktan sonra gebe olduğu anlaşılırsa aşının teratojenik etkisi olmadığından gebeliğin sonlandırılması gerekmez. Emziren kadına aşı yapılabilir. Aşı koldan 6 ay içinde 3 doz olacak şekilde yapılır. Aşının istenmeyen yan etkisi %0,1’in altında gözlenir. Bunlarda ağrı, şişlik, alerjik reaksiyonlar ve senkoptur.

Nasıl Kilo Vereceksiniz?

Kısa sürede verilen fazla kilolar vücut dengesini altüst ederek, özellikle sindirim ve sinir sisteminde bozukluğa neden olur. 

Ani ve dengesiz zayıflamanın bir başka sonucu da vücudumuzun günlük gereksinimi olan protein, vitamin ve minerallerden mahrum kalmasıdır. Bu eksiklik ise bir çok hastalığa zemin hazırlar.

İdeal zayıflık için

Diyete başlamanın ilk adımı diyet yapmaya kendinizi hazırlamaktır. Diyete başlamak için ay başını veya Pazartesi gününü beklemeyin. Zayıflama diyetlerinden en iyi sonucu almak, beslenme uzmanları tarafından kişiye özel hazırlanmaları ile mümkündür. Unutmamak gerekir ki herkesin yaşı, boyu, kilosu, kan bulguları, metabolizması ve beslenme alışkanlıkları farklıdır.

Diyette dikkat etmeniz gerekenler

* Baş dönmesi, sinir bozukluğu, ciltte kuruma gibi şikayetler doğurmayan ve hiçbir yiyecekten mahrum kalmayacak şekilde hazırlanan bir beslenme programınız olmalı.

* Azar azar ve sık sık beslenin. Bir günde almanız gereken kaloriyi 6 öğüne paylaştırın.

* Günlük beslenme programınızı yaparken en hafif öğünün akşam yemeği olmasına özen gösterin. Akşam yemeğinizi en geç yatma saatinden dört saat önce yiyin, çünkü ilerleyen saatlerde daha az hareket ettiğimiz için vücut daha az kalori yakar.

* Yemeklerle beraber bol bol su için. Bilinenin aksine yemeklerle beraber su içmek şişmanlamanıza sebep olmaz, tam tersine erken doymanızı sağlayarak kilo vermenizi kolaylaştırır. Özellikle lif yönünden zengin yiyeceklerle beraber bol su içtiğinizde daha uzun süre tok kalırsınız.

* Yiyecek seçiminizi yaparken kalorisi düşük ve sizi tok tutabilecek lifli gıdaları tercih edin. Örneğin pirinç pilavı yerine bulgur pilavını, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğini kullanabilirsiniz.

* İdeal zayıflama diyetlerinin içeriği günlük almanız gereken karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineral ihtiyacımızı karşılamalıdır. Günlük beslenme programınızı yaparken her öğün protein, karbonhidrat, yağ ve vitamin alıp almadığınızı kontrol edin. Örneğin öğle yemeğinizin oluştururken miktarları az olmak şartıyla protein kaynağı olarak bilinen et ürünlerinden birisini, karbonhidrat kaynağı olarak pilav veya makarna, kalsiyum kaynağı olarak süt veya yoğurt, vitamin kaynağı olarak meyve yemeyi ihmal etmeyin. Unutmamak gerekir ki dengeli beslenerek verilen kilolar asla size geri dönmez.

* Diyetinize ek olarak evde yapacağınız basit egzersizler hem kilo vermenizi sağlar hem de başlıca problemimiz olan kalça ve göbek yağlarının erimesinde etkili olur. İşte size basit bir hareket; sırt üstü yatın, ayaklarınızı yere paralel uzatın ve yere hiç değdirmeden 25 kez kaldırın ve indirin.

Gözleriniz Genel Sağlığınızın Aynası

Şeker hastalığı, yüksek tansiyon görme kaybına neden olabiliyor. Göz sağlığınızdaki değişiklikler pek çok ciddi hastalığa işaret edebiliyor. Bu nedenle gözlerde herhangi bir sorun olmasa bile yılda bir kez kontrol yaptırılması, hastalıkların teşhisi açısından büyük önem taşıyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Neslihan Astam, göz sağlığı ve sistemik hastalıklar arasındaki ilişki hakkında bilgi verdi.

Önemli hastalıklar gözleri vurabilir
Basit bir retina muayenesi sayesinde; diyabet, hipertansiyon, her türlü damar, kan ve beyin hastalıkları tespit edilebilmektedir. Herhangi bir boya maddesi ya da röntgen ışını kullanmadan, göz siniri ve retina damar yapısından kişinin kalp damar sistemi ve beyin içi hakkında bilgi almak mümkündür.

Şeker hastalığı ani görme kayıplarına yol açabiliyor
Şeker hastasının ilk bulguları sırasında gözde gelip geçici görme değişiklikleri yaşanabilmektedir. İlerleyen dönemde damar değişiklikleri ve göz dibinde ufak kanamalar görülmektedir. Tedavinin yeterliliği hakkında göz muayenesi belirleyici bir takip kriteridir. Diyabet, gözün arka bölümünde bulunan ve görme işleminde çok önemli bir yeri olan retina tabakasındaki damarlara hasar vermektedir. Retina tabakasının tutulmasına ‘diyabetik retinopati’ adı verilir. Retina damarlarında oluşan hasar, görme merkezinde su toplanmasına yani ödeme yol açarak yavaş ve ilerleyici bir şekilde görmeyi azaltmaktadır. Bunun dışında, göz içersine kanama yaparak ani görme kayıplarına yol açabilmekte ve erken yaşlarda katarakt oluşmasına neden olmaktadır. Diyabetli kişiler genellikle görmeleri azaldığında göz doktoruna muayeneye gitmektedirler. Ancak, unutulmamalıdır ki gözdeki hasar başladığında hastaların hiçbir şikayeti olmayabilir. Bu da, diyabetli kişilerin göz şikayetleri başlamadan göz doktoruna gitmelerinin ve doktorun tavsiye ettiği sıklıkta düzenli takip edilmelerinin önemini göstermektedir. Diyabetik retinopatiye ait erken bulgular, görme azalması olmadan aylar öncesinde ortaya çıktığından dolayı, modern cihazlarla desteklenmiş erken retina muayenesi tedavide ilk adımdır.

Hipertansiyon göz içindeki damarlara zarar veriyor
Göz muayenesi sırasında, retina incelemesinde göz dibi damarlarına da bakılmaktadır. Göz içindeki damarların basınçtan dolayı uğradığı şekil değişiklikleri, rahatlıkla bir göz doktoru tarafından belirlenebilmektedir. Yüksek tansiyonu olan kişilerde retina damarlarında tıkanıklık saptanabilir. Kalp damarlarının tıkanması gibi gözün retina tabakasındaki damarlar da tıkanabilmekte ve damar tıkanıklıkları ciddi görme sorunlarına yol açabilmektedir. Retina damarlarında oluşan tıkanıklıkta en büyük etken hipertansiyondur. Yüksek tansiyonlu kişilerde, retinadaki atardamarlarda kalınlaşma ve sertleşme olduğu için belirli bir süre sonra atardamarlar yakındaki toplardamarlara baskı uygular ve tıkanıklık gelişebilir.

Kan sulandırıcı ilaçlar aşırı kullanımı gözlerde kanamalara sebep oluyor
Retina damar tıkanıklığını oluşumunda yaşlanma, sigara içme, yüksek kan basıncı, şeker hastalığı, glokom yani göz içi basınç artışı ve çeşitli kan hastalıkları rol oynamaktadır. Bununla birlikte kalp krizi geçirmiş ya da damar sertliği olan hastalarda, kan sulandırıcılar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kanın akışını hızlandırmakla birlikte, fazla verildiği takdirde kanamalara neden olabilmektedir. Cilt altı kanamalarından önce göz dibindeki retina etkilenmekte ve kanamaları görülmektedir.
*Op. Dr. Neslihan Astam

Glokom riskini artıran hastalıklara dikkat!
Glokom gelişme riski diyabetik olan hastalarda %35; yalnızca yüksek tansiyon hastalarında %17, hem diyabetik hem de hipertansiyonu olan hastalarda %48 daha fazla görülmektedir. Glokom, dünyada tedavi edilemeyen körlüğün başlıca nedeni olup, ilerleyene kadar belirti vermemektedir. Bu nedenle, diyabetik ve hipertansif hastalar dahil, glokom riski yüksek hastalara düzenli göz muayenesi yapılmalıdır. Böylelikle, düzenli olarak taramadan geçirilip takip edilen hastaların glokom riski öngörülebilir.

MS hastalığı ve kan kanseri göz muayenesiyle ortaya çıkabilir
Bir merkezi sinir sistemi hastalığı olan Multipl Skleroz (MS) aslında teşhisi bir oldukça zor olan hastalıklardandır. Ancak ilk belirtisini gözde verebilmektedir. Gelip geçici çift görmeler ve görme bozuklukları, bu hastalığın ilk belirtileridir.

Lösemi yani kan kanseri hastalarında kan hücrelerinde hasar ve kanamaya yatkınlık ortaya çıktığında göz dibinde retina tabakasında kanamalar oluşabilmektedir. Bazen bu kanamalar merkezi görme bölgesinde geliştiğinde hastanın ilk şikayeti görme bozukluğu olabilmektedir. Görme sinirini ve beyin içinde görme yolları ve görme merkezini etkileyen tümörler görme alanı ve göz muayenesiyle tespit edilebilmektedir.

Ağrı kesiciler fıtık ediyor!

Yapılan araştırmalara göre; bel ve boyun ağrılarında sıkça başvurulan ağrı kesicilerin doku iyileşmesini yavaşlattığı ve fıtık oluşumunu hızlandırdığı açıklandı.

Günümüzde her üç kişiden biri kronik olarak boyun ve bel ağrısı şikâyeti yaşıyor. Özellikle uzun saatler boyunca masa başında hareket kısıtlılığı içinde çalışan, egzersiz ve spor yapmaya vakti olmayan ve fastfood tarzı beslenmeye ağırlık verenler bu şikayetleri yaşayanlar arasında ilk sırayı alıyor. Yapılan yeni araştırmalara göre bel ve boyun ağrılarını geçici olarak dindirmek için alınan ağrı kesicilerin dokuların iyileşmesini yavaşlatarak uzun vadede bel ve boyun fıtığı oluşumunu tetiklediği açıklandı.

‘Sık ve Yüksek Dozda Kullanılan Ağrı Kesiciler, Fıtık Oluşumunu Tetikliyor’
Bel ve boyun ağrıları fıtık oluşumunun sinyallerinin verildiği ilk evreyi oluşturuyor. Bu dönemde sık ve yüksek dozda kullanılan ağrı kesicilerin, omurgayı saran bağların zayıflamasına neden olarak fıtık oluşumunu hızlandırdığını belirten Türkiye Proloterapi ve Ağrı Kliniği Direktörü Uzm. Dr. İlker Solmaz, “ Boyun ve bel bölgesini saran bağların zayıflaması sonucu omurgalar üzerindeki baskı artar ve omurgalar arasında bulunan disk dokusu dışarı kayarak fıtık oluşumu gerçekleşir” dedi.

Bel ve boyunda ağrı şikayetlerinde yaşanmaya başladığı ağrı şiddetinin düşük olduğu dönemde ağrı kesiciler ile çözüm aramak yerine ağrının kaynağının tespit edilerek sebeplere yönelik tedavinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Solmaz, ağrıya neden olan hasarlı bölgenin vücut tarafından iyileştirilmesini sağlayan ve bugün dünyadaki en etkili doku onarıcı tedavi olan enjeksiyon uygulaması Proloterapi ile kalıcı iyileşme sağlandığı bilgisini verdi.

Ağrı Kesiciler Geçici Çözümler Vererek, Kalıcı Hasarlar Meydana Getirebilir!
Dr. Solmaz, “Ağrılar, vücudumuzun bizimle konuşma şeklidir ve bize hastalığın gelişine dair sinyaller verir. Bilinçsizce kullanılan ağrı kesiciler birçok hastalığın bulgularını geçici olarak yok edip, uzun vadede geri dönüşü olmayan rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir. Özellikle bel ve boyun ağrılarında çok sık başvurulan ağrı kesiciler fıtık oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte birçok organa da zarar vererek, mide, böbrek ve karaciğerde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratmaktadır“ dedi.

Ağrı Kesiciler Bağların İyileşmesini Engelliyor
Uzm. Dr. İlker Solmaz, bilimsel araştırmalar ve hasta istatistiklerinde sık ve yüksek dozda ağrı kesici kullanan hastalarda fıtık oluşumunun daha yüksek olduğunun gözlendiği bilgisini verdi.

Dr. Solmaz, yapılan araştırmalara göre; bağların iyileşmesinde çok önemli role sahip olan enzimlerin hasarlı bölgelere iletilmesini engelleyerek, bağlara daha fazla zarar verip, tam iyileşmeyi imkânsız kıldığı ve ağrıyı dindirme etkisiyle hastaların rahatsızlıklarını erken dönemde fark etmelerini önlediği bilgisini verdi.
Uzm. Dr. İlker Solmaz

Proloterapi Yöntemi İle Fıtığa Neden Olan Hasarlı Bölgeler Vücut Tarafından İyileştiriliyor
Bel ve boynu saran hasar görmüş bağların ve de kıkırdak dokunun onarılmasını sağlayan enjeksiyon uygulaması Proloterapi hakkında da açıklamalarda bulunan Dr. Solmaz, “Proloterapi yöntemi dünyada 1930 yılından günümüze uygulanan, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren bir enjeksiyon uygulamasıdır. 

Bel ve boyun fıtığına sebep olan hasarlı bölge içine, içinde şeker bulunan serum enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz iltihap oluşturulur. Mikropsuz iltihap, bağışıklık sisteminin hasarlı bölgeye yönelmesini sağlayan bir uyaran niteliğindedir. Vücut, iltihabı yok etmek için iyileştirme mekanizmasını devreye sokarak hasarlı bölge üzerinde kan akışını artırır ve iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesi sağlanır. İltihap, vücut tarafından yok edilirken hasarlı bölgenin de hızla onarılıp, yenilenmesi sağlanır. Bu yöntemle hastalar, ilaç ya da ameliyata gerek kalmadan; omurga, kas ve iskelet sistemi kaynaklı kronik ağrılarından kalıcı olarak kurtulmaktadır” açıklamasında bulundu.

Makyaj malzemelerini ortak kullanmayın

Kadınlarda bir özen belirtisidir makyaj. Kadını güzelleştirir, çekici hale getirir. Makyajda en önemli yeri de gözler ve çevresi tutar. Çok hassas olan bu bölgeye makyaj dikkatle yapılır ve temizlenir. Göz ve çevresinde kullanılan malzemeler ise kimse arasında paylaşılmamalıdır. 

Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu belirterek, “Çeşitli enfeksiyonlar gözyaşı ile bulaşabilir. Vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitler (Sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabilir. Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla bulaşabilir” dedi.

Her kadın güzeldir. Kadınların kendileri daha da güzelleştirmek ve çekici hale getirmek için yaptıkları makyaj, ortak ve kötü malzemelerin kullanılmasıyla kabusa dönüşebiliyor. Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, makyaj malzemelerinin kullanımında en dikkat edilmesi gereken noktanın hijyen olduğunu söyledi. Herkesin kendisine ait makyaj malzemeleri kullanması konusunda uyarıda bulunan Doç. Dr. Deniz Oral, “Makyaj malzemeleri anne-kız, abla-kardeş arasında bile asla paylaşılmamalıdır. Alerji potansiyeli düşük olan dermatolojik olarak test edilmiş kaliteli ürünler tercih edilmelidir” diye konuştu.

Kontakt lens kullananlar dikkatli olmalı
Doç. Dr. Oral, kontakt lens kullananları, bu konuda daha dikkatli davranmaya çağırarak, şunları söyledi: “Kontakt lens takarken yaldızlı far, göz kalemi gibi ince partiküller içeren makyaj malzemeler dikkatle kullanılmalıdır. Bu tür makyaj malzemeleri kontakt lenslerin üzerine yapışabilir veya lens ile göz yüzeyi arasına kaçarak rahatsızlık hissi ve hatta kornea tabakasında çizilmelere neden olabilir.
Doç. Dr. Deniz Oral

Lenslere yapışan makyaj malzemelerinin bazen lens solüsyonları ile temizlenmesi de mümkün olmayabilir. Böyle lensler tekrar kullanılmamalı ve yeni bir lens ile değiştirilmelidir. Kontakt lens takarken lensler makyaj uygulanmadan takılıp daha sonra makyaj yapılmalı ve günün sonunda önce lensler çıkartılıp daha sonra makyaj temizlenmelidir. ”

Hastalık geçebilir
Gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu ifade eden Doç. Dr. Oral, makyaj malzemelerinin ortak kullanılmasıyla bazı hastalıkların bulaşabileceği konusunda da uyarılarda bulundu. Doç. Dr. Oral, vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitlerin (sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabileceğini belirterek şöyle konuştu: “Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla geçebilir. Bulaşıcı göz enfeksiyonlarından korunmak için ailede ve yakın arkadaşlar arasında makyaj malzemelerinin ortak kullanımından kaçınılmalıdır.”

Saçlarınızdaki Değişimleri Dikkate Alın!

Kim sağlıklı ve gür saçlara sahip olmak istemez ki? Günlük hayatın yoğunluğu içerisinde saçlarımızı ne derece dış etkenlerden koruyor ve doğru uygulamalar yapıyoruz? Zamanla saçlarda meydana gelen deformasyonlar, hastalıklar ve sonrasında saç dökülmeleri nedenlerinden ne kadar haberdarız? Kısacası saçlarımız bize neler anlatıyor?

Hisar İntercontinental Hospital Dermatoloji Uzm. Dr. Funda Ataman ile saç kayıplarının nedenleri ve nasıl önlem alınabileceğini konuştuk.

Normal şartlarda her insanda günlük saç kaybı sayısının ortalama 100 olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Ataman; ‘Erkeklerde özellikle genetik faktörlerin de etkisiyle yaş ilerledikçe saçlar daha belirgin olarak azalır.

Saç ve saçlı deri; cinsiyete, yaşa, ırka, iklime göre farklı özellikler gösterir. Örneğin; ergenlikte saç yağlanır, gebelikte gürleşir, doğumdan sonra dökülür. Bunlar saç kayıplarına neden olan fizyolojik sebeplerdir. Bir de fizyolojik olmayan, yaşam biçimimizden ve yanlış uygulamalardan kaynaklanan saç kayıpları vardır.’ açıklamasında bulundu.

Neler saç kaybına neden olur?
• Yoğun stres ve özellikle bu strese dayalı ortaya çıkan halk arasında saç kıran olarak bilinen Alopesi,
• Hava kirliliği,
• Sigara ve alkol tüketimi,
• Hareketten uzak durağan yaşam,
• Yeterli uyumama,
• Kemoterapi ilaçları başta olmak üzere bazı ilaçlar,
• Ağır enfeksiyonlar,
• Egzama,
• Sedef,
• Büyük ameliyatlar,
• Zehirlenmeler,
• Beslenme bozuklukları,
• Hormonal dengesizlikler,
• Ağır böbrek ve karaciğer yetmezlikleri,
• Vitamin eksiklikleri,
• Liken planus gibi sinirsel deri deformasyonu yapan hastalıklar,
• Özellikle çocuklarda görülebilen mantar hastalığı,
• Mide barsak sisteminde olan kanamalar ya da kadınlarda görülen jinekolojik ağır kanamalar saç kaybına neden olabilir. Bu yüzden saçlarınızda meydana gelen kızarma, yağ dengesi bozuklukları ve dökülmeleri dikkate alın.

Saç Kayıpları Önlenebilir!
• Basit saç kepeklenmeleri için selenyum sülfit, çinko prition, katran, kükürt gibi maddeleri içeren şampuanlar kullanın.
• Saç kaybının nedenine yönelik; demir, çinko, biotin içeren ilaçlar ve saç tipine uygun medikal şampuanlar losyonlar kullanın.
• Saçınızı çok sıcak suyla yıkamayın.
• Banyo sonrası saçınızı ıslak bırakmayın; ancak aşırı sıcak havayla da kurutmayın.
• Saçlarınızı her gün yıkamayın. Bu saçta aşırı yağlanmaya veya aşırı kurumaya sebep olabilir.
• Saçınızı taç ve tokalarla çok sıkı ve gergin toplamayın.
• Yapılan yanlış ve yoğun diyetler telafisi mümkün olamayacak saç kayıplarına neden olabilir. Bu nedenle diyet yapmaya karar verdiyseniz beslenme uzmanından destek alın.
• Yoğun stresten uzak kalarak beslenmenize ve uyku düzeninize dikkat edin.

17 Ekim 2016 Pazartesi

Miyom kısırlığa yol açabilir

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar" dedi.

Buyru, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

MİYOM GELİŞİMİNDE AİLESEL YATKINLIK ÖNEMLİDİR

Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, "Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir" diye konuştu.

"MİYOM ÇAPI BÜYÜDÜKÇE KISIRLIĞA YOL AÇMA RİSKİ DE ARTAR"

Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, "Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır" ifadesini kullandı.

Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

"HER MİYOMUN ALINMASI GEREKMEZ"

Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, "Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir" şeklinde konuştu.

Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

Aşırı doz botoksa dikkat!

Aşırı doz botoksa dikkat!
Son yılların en çok ilgi gören uygulamaları arasında yer alan botoks aşırı doz uygulanması durumunda donuk yüz görünümüne yol açıyor. 

Mimik kaslarında doğru noktalara yapılmayan veya aşırı dozda yapılan enjeksiyon mimiklerinizi kaybetmenize sebep oluyor.

Esteworld Plastik Cerrahi Hastanesi Uzmanlarından Dermatolog Dr. Gül Yıldırım, özellikle oyunculuk gibi işi gereği mimiklerini çok kullanmak zorunda olan kişilerin botoks yaptırırken kırışıklıklarda bir miktar açılma ancak mimiklerde tam kayba yol açmayacak uygulamaları tercih ettiğini belirtiyor.

Özellikle mimik kırışıklıklarının tedavisinde etkili olan botoksun aşırı dozda ve yanlış tekniklerle uygulanmasının mimik ve jestlerin kaybına neden olduğunu vurgulayan Dr. Gül Yıldırım botoks hakkında şu uyarılarda bulundu: “20 yılı aşkın bir süredir yüzdeki kırışıklıkların tedavisinde etkin bir şekilde kullanılan botoks eğer kaslarda tam bir fonksiyon kaybı yaratacak şekilde uygulanırsa, kişinin mimikleri anlaşılamaz. Bu istenilen bir durum değildir. Zira oyuncu gibi işi gereği mimiklerini kullanmak zorunda olanlar için özellikle kaşlar arasındaki mimik çizgileri olmazsa olmaz. Kızgınlık, sevinç, üzüntü gibi ifadeleri bir oyun sırasında sergileyemeyen bir oyuncunun başarı elde etmesi imkansızdır. Çünkü kelimelerin yetersiz kaldığı durumlarda mimik ve jestler oyuncuların en büyük silahıdır.”

OYUNCU BOTOKSU TERCİH EDİLİYOR
Dermatolog Dr. Yıldırım, oyuncu botoksu adını da verdiklerini, doğal görünümlü botoksların son dönemlerde daha sık tercih edilmeye başladığını ifade etti. Dr. Yıldırım şu bilgileri verdi:

“Doğal görünümlü ya da diğer adı ile oyuncu botoksu olarak nitelendirdiğimiz botoks uygulamalarında farklı bir ilaç kullanmıyoruz. Ancak burada önemli olan etkili olabilecek minimum doz ve doğru kasa yapılan enjeksiyonlardır. Yüzümüzde mimik oluşumunda görevli irili ufaklı bir çok ve iç içe geçmiş kas bulunmaktadır.

Dr. Gül Yıldırım
Botoks enjeksiyonu yapacak olan kişinin öncelikle yüzün anatomisini çok iyi bilmesi gerekmektedir. Örneğin kaş çatmada görevli kasımız iki kaş arası bölgede v şekilli 0.5 cm uzunluğunda olan bir kastır. Bu noktaya doğru bir teknikle yapılmayan uygulamalar asimetri, kaş çatamama (kızamama) gibi sonuçlar doğurabilir. Bu tür sonuçlar özellikle mesleğinde mimik kullanımının ön planda olduğu oyuncu ve siyasetçi gibi mesleklerde istenmeyen bir durumdur.

Botox dozu iyi ayarlandığında ve enjeksiyon noktaları muayene ile dikkatle değerlendirilerek tecrübeli ellerde uygulama yapıldığında mimikleri koruyarak ifadelerin dışarı yansıtılmasında bir sorun yaratmadan doğal sonuçlar elde etmek mümkündür.”


Bir evliliği ayakta tutan sebepler nelerdir?

Günümüzde yürütülmesi son derece zorlaşan ve toplumumuzun temel taşı olan aile kavramı ve evlilik üzerine son derece önemli bilgiler aktaran Uzm.Psikolog Gani Eser, evliliği ayakta tutan ana sebeplere ve en çok merak edilen sorulara ışık tuttu.

Evliliği ayakta tutan ve geliştiren şey dengedir. Evlilikler zamanla dengeyi bulan, uyum sağlayan organizmalardır. Nasıl birey kendi içinde uyumu sağlayamadığı, sözleri, eylemleri ve inançları
farklı frekanslarda olduğu zaman sosyal kabul görmüyorsa, evliliklerde de uyumsuzluk kötü sonun habercisidir.

Denge sağlanamıyor, uyum gerçekleşemiyorsa da evlilik devam edebilir ama nedeni artık sevgi değil, zorunluluklardır. Çocuklar, bir tarafın ekonomik özgürlüğünün olmaması, düzenin değişmesinden korkmak gibi nedenlerle sürdürülen çok sayıda evlilik var toplumumuzda maalesef.

İçinde sevgi olmayan evlilikler çocuklar için de çiftler için de sağlıksız ortamlardır. Ama toplumsal baskı ve belirsiz gelecekten duyulan korku yüzünden bir şekilde sürdürülüyor. Sevgi ile büyümeyen çocukların sayısı ne yazık ki bu yüzden sürekli artmakta.

Denge derken; zamanla eşlerin farklı rolleri üstlenerek bütünleşmelerini, biri duygularıyla hareket ederken diğerinin mantığını kullanmasını, iş bölümü yapmalarını, karşılıklı sorumluluk almalarını ve eşit olmalarını kast ediyorum.

Evliliğin birinci yılı zor bir dönemdir. Bu süreçte denge sağlamak çok kolay değildir ama kritik eşik aşıldığında taşlar yerine oturmaya başlar. Uyum sağlandıktan sonra yaşam kolaylaşır, evli olmanın, birlikte daha güçlü ve sevgi dolu olmanın tadına varılır. Sorumluluklar paylaşıldıkça ve empati kuruldukça birlikte daha güçlü olduklarını fark eden eşler tek başlarınayken yapamadıklarını birlikte başarmanın hazzını tadar ve yaşam kalitelerini yükseltmek için daha kolay motive olurlar.

İlişkilerde en çok hangi hataları yapıyoruz?

Öncelikle iletişim kurmayı bilmiyoruz. Ben merkezli yaklaşıyoruz olaylara. İlişki öncesi bireysel yaşamımızdaki alışkanlıklarımızı değiştirmek istemiyoruz. Esnek değiliz. Biz olmayı bu yüzden başaramıyoruz.

Olduğumuz gibi davranmakta ya da partnerimizi olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyoruz. Başkalarıyla kıyaslıyoruz veya kıyaslanıyoruz. Kırıldığımız zaman derdimizi anlatmak yerine sessiz kalmayı tercih ediyoruz.

Önceki ilişkilerimizin izlerini silmekte ihmalkâr davranıyoruz. Birbirimizin çevresine saygı göstermeyi beceremiyoruz. Duygusal şantaja başvuruyoruz.

Empati kurabilsek; partnerimizin de ilişki için fedakarlık yaptığını, eski alışkanlıklarını terk ettiğini görebilsek hatamızı fark edebiliriz belki. Hep kendi penceremizden bakmaya alıştığımız için "biz" olmakta zorlanıyoruz.

Hata yapan partnerimizin özür dilemesini bekliyoruz boşuna. Uzun sessizlikler, kaprisler gittikçe birbirimizden uzaklaşmamıza neden oluyor. Oysa onu affettiğimizi hissettirecek bir sözle yaklaşmayı denesek belki o anda sona erecek kırgınlığımız. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden bitiveren evliliklerin sayısı hiç az değil.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini gösteren sinyaller nelerdir?

Eşinizin gözünün içine bakmadığınızı ya da onun gözlerini sizden kaçırdığını fark ediyorsanız alarm çalmaya başlamıştır. Bu yazıyı okuyan evli bireyler bir an durup düşünsünler; en son ne zaman eşlerinin gözünün içine sevgiyle baktıklarını hatırlamaya çalışıp dürüstçe yanıtlasınlar. Sonuç pek iç açıcı olmayabilir.

Modern yaşamın hızına ayak uydurabilmek için koşturmaktan, trafikte zaman kaybetmekten, çocukların sorumluluklarını yerine getirmekten yorulup birbirimize sadece alışkanlıklarımız nedeniyle mekanik ilişkiler çerçevesinde yaklaşıyor olabiliriz.

Eşinin saçını kestirdiğini fark etmeyen, günlerce birbirinin yüzüne bakmayan evli çiftler var. Kötüye gidişin sinyalleri her yerde var ama görmek isterseniz görebilirsiniz.

Çocuk faktörü evliliği nasıl etkiler?

Ebeveynin bakış açısına, tutumuna göre olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Bir tarafın istemediği çocuk daha anne karnındayken bunu duyar ve hisseder. Sorumluluk eşlerden birine yüklenirse hayat kalitesi düşeceğinden çocuğuna da eşine yeterli ilgiyi gösteremeyecektir. Kendisini istemeyen anne ya da baba ile büyüyen çocuk hayat boyu güven sorunu yaşayacaktır.
Kötü giden bir evliliği toparlayabilmek için son çare olarak dünyaya getirilen çocuklar bazen boşanmayı engellese de içinde sevgi olmayan, şiddetin, huzursuzluğun baskın olduğu ailelerde büyümenin travmasını yaşarlar.

Eşlerin kritik eşik olan ilk yılı tamamlamadan çocuk sahibi olmayı düşünmemelerini tavsiye ediyorum. Anne baba olmak çok büyük bir sorumluluk. Çevreden gelen baskılara boyun eğmemeli, çocuğun sorumluluğunu üstlenebileceklerinden emin olduklarında, her ikisi de bunu istediğinde karar vermeleri en doğrusu.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini fark eden eşler ne yapmalı?
Nedenine göre değişir. Tekdüzelik, sadakatsizlik, sorumlulukların adil dağılmaması ve sair nedenlerden kaynaklanabilir.

Bir taraf evliliği sürdürmek istiyorsa iletişim kurarak olumsuzluğun nedenlerini ve neler yapabileceklerini konuşabilecekleri bir ortam yaratmalı. Sorunu karşısındakinden önce kendisinde arama olgunluğuna sahip olabilirse, ilişkiye objektif bakabilirse, çözüm odaklı yaklaşabilirse kriz atlatılabilir. Konuşmak, yargılamamak, empati kurmak, sevgi ile yaklaşmak evliliğin devamını sağlayabilir.

Bir taraf sürekli ayrılmaktan, gitmekten bahsediyorsa muhtemelen diğerini kaybetme korkusu yaşamıyordur. Az da olsa kaybetme korkusu ilişkilerin can simidi olabilir. Neyi kaybedeceğini net olarak görebilen, fark edebilen eş kendine gelebilir.

Uzm.Psk. Gani Eser/

Doğurganlığı arttırmak için öneriler

Herkes belli bir yaşa geldiğinde, hayatta belli beklentileri gerçekleşince “çocuk sahibi” olmayı planlamaktadır. Kimisi için yakın zamanda, kimisi içinse yıllar sonra, ama her kadın için bebeğini kucağına almak vazgeçilmez bir içgüdüdür. Ancak günümüzde kadınlar artık daha geç çocuk sahibi olmak istediklerinden bazen hamile kalmakta zorluk çekebilirler. 

KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, hamile kalma sürecini kolaylaştırmak için önerileri sıraladı.

Kadınların iş hayatında aktif rol oynamaları ister istemez anne olma yaşını arttırmıştır. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, geçmişte anneliğin en sık 20 - 25 yaş aralığında görüldüğünü, günümüzde ise anne olma yaşının yumurtlama kapasitesinin azaldığı ileri yaşlara kaydığını belirtiyor.

Özellikle 35 yaş sonrası doğurganlığın hızla düştüğü gerçeği göz önünde bulunduğunda, günümüzün modern kadınının, doğurganlık yıllarını uzatmanın yolunu araması kaçınılmazdır. İşte size Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu’ndan doğurganlığın arttırılması için 10 önemli hayat tarzı değişikliği önerisi:

Bir beslenme uzmanına görünün
Beslenmeniz hem sağlığınız, hem de doğurganlığınız için çok önemlidir. Bu nedenle yaşamınız için bir beslenme uzmanı edinmelisiniz. Beslenme uzmanınızın önereceği tetkikler ile beslenmenizin kalitesini arttırabilirsiniz. Vitamin ve mineral eksikliğiniz, size uygun bir beslenme programı hazırlanarak kapatılabilir. Diyetinize düzen kazandırdıktan yaklaşık dört ay sonra etkilerini fark edeceksiniz.

Vitamin ve mineral takviyesi yapın
Besinler içerdikleri vitamin ve mineraller sayesinde besleyicidirler. Günümüzde hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleri nedeniyle besleyici özellikleri düşüktür. Mevsimine uygun meyve ve sebze tüketilmemesi durumunda beslenmenizi vitamin ve minerallerle takviye etmeniz gerekiyor. Eğer kendinize özel bir beslenme programı edinme şansınız yoksa, size küçük bir tüyo verelim: Günlük 1000 mg keten tohumu ya da yağı, 1000 mg C vitamini ve çinko alabilirsiniz. Basitçe hamileler için tasarlanmış bir multivitamin tablet almanız benzer etkiyi sağlayacaktır.

Beslenmenizden zararlı yağları uzaklaştırın
Vücudumuz bazı yağ asitlerine ihtiyaç duymaktadır. Mesela balıklarda ve cevizde bol miktarda bulunan omega3 yağ asidi başta sinir hücreleri olmak üzere birçok hücrenin temel yapı taşıdır. Buna karşın margarinlerde bulunan hidrojenli yağlar ve et - süt ürünlerinde bulunan doymuş yağlardan uzak durmak gerekmektedir.

Fazla zayıf veya şişman olmak doğurganlığı olumsuz etkiler

Vücut ağırlığınıza dikkat edin
Kadınların doğurganlığında vücut ağırlığı çok önemlidir. Doğurganlığın azaldığı belli bir vücut ağırlığı yoktur, hesap yapılırken boy da göz önünde tutulmalıdır. Vücut - kitle indeksinin 20 - 25 arasında olması doğurganlık için idealdir. Vücut - kitle indeks hesaplaması vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Hem aşırı zayıf olmak, hem de kilolu olmak yumurtlamayı olumsuz etkilemektedir.

Sigara içmekten vazgeçin
Sigara içmek sadece doğurganlığa değil genel sağlığa zararlıdır. Üreme sağlığı açısından sigara kadınlar için menopoz yaşının daha genç yıllara kaymasına, erkekler içinse sperm hareketliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Sigaranın zararlı etkisi sadece nikotin değil içerdiği binlerce kimyasallar nedeniyle olmaktadır. Piyasada “light” şeklinde satışı yapılan sigaraların zararlı etkileri diğerlerine göre daha az değildir. Bu nedenle sigaranın az sayıda tüketilmesi ya da “light” tercih edilmesi doğurganlık üzerine olumsuz etkileri azaltmamaktadır.
Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu

Hamile kalmak için sigarayı bırakın, alkol ve kahveyi azaltın

Alkol ve kahveyi abartmayın
Bilimsel araştırmalarda, doğurganlık üzerine olumsuz etkileyen alkol ve kafein seviyesinin hangi sınırda olduğu üzerine fikir birliği mevcut değildir. Bu nedenle bu maddelerin sosyal hayatta tüketilmelerinin doğurganlığı olumsuz etkilemediği ancak bağımlılık seviyesinde tüketilmesinden uzak durulması önerilmektedir. Özellikle hamilelik planladığınızda alkol ve kahveyi biraz sınırlandırmak yerinde olacaktır.

Sık sık tatil yapın
Hamilelik sıklıkla tatilde oluşmaktadır. Bunun ilk nedeni çiftlerin tatilde günlük streslerden uzaklaşarak daha sık ilişkiye girmeleridir. Stres hem cinsel performansı azaltarak, hem de hormonal dengeyi olumsuz etkileyerek doğurganlığı azaltır. Yıl içinde kısa süreli de olsa sık sık tatile çıkarak hayatınızdaki streslerden uzaklaşmaya çalışın.

Cinsel ilişki kalitesini arttırın
Çok sık cinsel ilişkiye girmek de, çok seyrek ilişki de doğurganlığı azaltacaktır. En uygun olan cinsel performans haftada 2 - 4 arası cinsel ilişkide bulunmaktadır. Bu sıklıkta seks yapmak hem sperm sayısını ve hareketliliğini olumlu etkileyecektir, hem de yumurtlama zamanına denk gelerek hamilelik oluşumunu sağlayacaktır.

Sabırlı olun, acele etmeyin
Tüm bu beslenme ve hayat tarzınızdaki değişiklik uyguladıktan sonra hamile kalmak için acele etmeyin. Unutmayın ki her kadın ayda sadece bir gün yumurtlar ve sağlıklı çiftler için aylık hamile kalma oranı %20 civarındadır. Hayatınızdaki bu değişiklikler 3 - 4 ay içinde etkilerini göstermeye başlayacaktır.

Probiyotikler kış döneminde bağışıklık desteği sağlıyor


Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte başta grip olmak üzere çeşitli enfeksiyonların artabileceğine dikkat çeken uzmanlar, bu hastalıkların önlenmesinde probiyotiklerin önemli olduğunu söyledi. 

Çocuk Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Yağcı, enfeksiyonların önlenmesinde ve bu hastalıklar nedeniyle sık sık antibiyotik alanlara bağırsak mikroflorasını düzenlemeye yardımcı probiyotik destekler verilmesini tavsiye etti.

Havaların soğumasıyla beraber günlük alışkanlıklarımız değişiyor; yaz mevsiminde daha çok parklarda ve bahçelerde geçirilen zamanlar kışın gelmesiyle beraber sinema, tiyatro, restoran ve alışveriş merkezleri gibi kapalı ortamlara taşınıyor. Çok sayıda kişinin bir araya geldiği kapalı alanlar ise başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalık ve enfeksiyonlara zemin hazırlayabiliyor.

Kış mevsimiyle beraber değişen günlük alışkanlıkların başta çocuklar olmak üzere her yaştan kişiyi bulaşıcı hastalıklara daha yatkın hale getirebileceğine dikkat çeken uzmanlar, mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemini güçlendirmek için probiyotik kullanımının önemine dikkat çekiyor.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, içinde bulunduğumuz mevsim geçişlerinde ve kış döneminde özellikle bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde bağışıklık sistemini güçlendirmenin önemli olduğunu söyledi.

Kış döneminde kapalı mekanlarda geçirilen zamanların arttığına dikkat çeken Prof.Dr. Yağcı, "Havaların soğumasıyla beraber açık havada geçirilen zamanlar azalıyor, kış döneminde daha çok herkesin yoğun olarak gittiği kapalı mekanlar tercih ediliyor. Bu da başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalıkların ve enfeksiyonların yayılmasında etkili oluyor. Bu dönemden en çok bebekler, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar olumsuz etkilenebiliyor." dedi.

Güzel havalar değerlendirilmeli

Mevsim geçişleri ve kış döneminin özellikle okula yeni başlayan çocuklar için mikrop ve bakterilerle tanışma dönemi olduğunu belirterek "Çocuklar bu dönemde başta grip olmak üzere çeşitli bulaşıcı enfeksiyonlara yakalanabilir. Bu nedenle hijyen kurallarına ve beslenmeye dikkat etmek gerekir. Çocuklarda el hijyenine dikkat edilmelidir, özellikle yemeklerden önce ve sonra el yıkama alışkanlığı kazandırılmalıdır. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenmelerine özen gösterilmeli, bunların hazırlanması sırasında hijyen kurallarına uyulmalıdır. İyi havalar değerlendirilmeli, doğada ve parklarda daha fazla zaman geçirilmelidir" dedi.

Bu dönemde hastalıkları önlemenin ilk şartının bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi olduğunu belirten Prof.Dr. Raşit Vural Yağcı, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde probiyotik beslenmenin önemine dikkat çekti. Prof.Dr. Yağcı, şunları söyledi:

"Tabiatın gösterdiği kurallara uymazsak alerjiler ve diğer hastalıklar artacak. Çocuğun özellikle normal doğumda tanıştığı bakteriler, bebeklikten itibaren çocuğun sağlığını da yönetir. Bu bakterileri ne kadar sağlıkla karşılar ve korursak o kadar sağlıklı kalırız. Çocuğun çok küçük yaşlardan itibaren fermente ürünlere alıştırılması gerekir. Çocukları doğru yiyeceklere alıştırır ve market ürünlerine girmezsek, her zaman doğru ürünleri tercih eder. İyi beyin gelişimi olduğu için zeka puanı yüksek olur. Fermente yani içine bakteri karıştırılan tüm ürünler iyidir. Bunlar, yoğurt, peynir, ev turşusu, şalgam ve boza fermente ürünlerdir ve çok iyidir. Bir beslenme destek ürünü olan probiyotikler de fermente ürünlere nazaran bağırsak mikroflorası için gerekli yüksek sayıda dost bakteri içeriği ile vitaminlerden daha kıymetlidir ve antibiyotik kullanımı, diyet değişikliği, enfeksiyonlar gibi dengenin bozulduğu durumlarda bağışıklığı güçlendirir, sindirim sistemini düzene sokarak ishal, kabızlık, gaz gibi sorunların giderilmesine yardımcı olur."

"Bağırsaklar, sağlığın kumanda odası ve ikinci beyindir"

Bağırsakların sağlığın kumanda odası olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yağcı, bağırsakların aslında ikinci beyin olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yağcı, hastalıkların tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin de bağırsaktaki yararlı bakterileri de öldürdüğünü belirterek antibiyotik kullanımı ile birlikte mutlaka probiyotik takviyesi yapılması gerektiğini kaydetti. Prof.Dr. Yağcı, şöyle devam etti:

"Vücudumuzdaki bakteri topluluğunu korumak çok önemlidir. Beslenme destek ürünü probiyotik ilaçların kullanımından korkmamak gerekir. Çocuklara gereksiz yere antibiyotik vererek çocuğun mikrobiyotasında katliam yapılıyor. Çünkü antibiyotikler yararlı bakterileri de öldürüyor. Bu durumda sindirim düzenlemeye ve bağışıklık güçlendirmeye yardımcı probiyotiklerden destek almak faydalıdır. Antibiyotik kullananlar, bulaşıcı hastalıklara ya da enfeksiyonlara yakalanma riski taşıyanlar bu ürünlerden özellikle kış döneminde yararlanabilir. Probiyotikler, hayatın döngüsü içinde çok önemli bir yere sahiptir."

Sağlığınıza Sağlık Katacak 10 Güçlü Besin

Her sene farklı bir besinin mucize ilan edildiği şu günlerde, şehir efsanelerine kanmayıp bilimsel olarak olumlu etkileri kanıtlanmış besinlere beslenmenizde daha fazla yer yermek sağlığınızı olumlu etki sağlayabilir. 

Diyetisyen & Yaşam Koçu Gizem Şeber 10 güçlü besini sıralarken, ''Unutmayın mucize besin yoktur, besinler vücudunuzda sinerji içinde çalışır bu nedenle de denge ve çeşitlilik esastır'', diyor.

Avokado: İçerdiği sağlıklı yağlar kalp sağlığını destekliyor. Kan şekerini dengelemek, kansere karşı koruma sağlamak ve doku yenilenmesini hızlandırmak gibi olumlu etkileri olan avokado ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda, tüketilen diğer besinlerin vücutta yararlılığını arttırdığı ve uzun süre tokluk sağlayarak daha az kalori almaya yardımcı olduğu da kanıtlanmıştır.

Elma: İçerdiği kateşin ve kuarsetin pigmentleri ile kalp sağlığını destekleyen ve kansere karşı koruma sağlayan yiyeceklerin başında gelmektedir. Yüksek lif içeriği ile sindirim sistemi sağlığını korur ve kabızlık probleminin aşılmasına yardımcı olur. Yararlı öğeleri iç kısmından daha çok kabuğuna yakın kısmında ve kabukta yer almaktadır.

Yaban mersini: En yüksek oranda antioksidan içeren meyveler listesinde ilk sıralarda yer alan yaban mersini, vücuttan toksinleri temizleyerek yaşlanmaya karşı etki gösterir. Tüm antioksidandan zengin yiyecekler gibi kansere yakalanma riskini azaltır ve kalp sağlığını destekler. İçerdiği antosiyaninler ile görme fonksiyonlarını ve mental işlevleri desteklediği düşünülmektedir. Bütün kronik hastalıkların ortaya çıkış nedenlerinden biri olan vücut iltihabının azalmasını sağlar.

Lahana: Brokoli, Brüksel lahanası ve lahana gibi indol içeren sebzelerin kansere karşı ciddi bir koruma sağladığı kanıtlanmış durumda. Yapılan bilimsel araştırmalar, haftada en az bir gün bu sebzelerden birini tüketen erkeklerde kolon kanseri riskinin %66 daha az olduğunu kanıtlamıştır. Aynı zamanda bu tür sebzelerin bağışıklık sistemini de güçlendirdiği düşünülmektedir.

Balık: Omega-3 yağ asitlerinin vücutta en kolay işlem göreni balıklarda bulunur. Omega-3 yağ asitlerinin kalp sağlığı açısından önemli olduğu ve kolesterol seviyelerini düşürdüğü uzun zamandır bilinse de, omega-3'ün bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve eklem sağlığı açısından da önemli olduğu da tespit edilmiştir. Omega-3 yağ asitlerinin zayıflamaya yardımcı olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda yeterli omega-3 tüketen kişilerde depresyona yakalanma riski daha düşüktür.

Nar: Yeşil çaya göre üç kat daha fazla antioksidan içeren narın inme ve kalp krizine karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Uzun süreli bilimsel çalışmalar da düzenli nar suyu tüketenlerde kolon kanserine yakalanma riskinin daha düşük olduğu belirlenmiştir.

Ananas: İçerdiği bromelin pigmentinin düzenli tüketimde selüliti azaltıcı etkisi olduğu düşünülüyor. Ödem söken etkisi ve yüksek lif içeriği ile kabızlığı azaltması sebebi ile zayıflamak isteyenlerin gözde meyvelerinden biri olan ananas aynı zamanda C vitamininden de zengin.

Probiyotik yoğurtlar: Probiyotikler sadece sindirim sistemi sağlığını düzeltmiyor. Bunun yanı sıra bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kolesterolü düşürmeye yardımcı oluyor, kolon kanserine yakalanma riskini azaltıyor.

Mantar: Araştırmalar sonucunda özellikle tansiyon düşürücü etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bazı mantar türlerinin kansere yakalanma riskini azalttığı biliniyor. Japon araştırmacıların elde ettikleri sonuçlara göre düzenli mantar tüketimi kan kolesterolünü %40'a kadar azaltabiliyor.

Sarımsak: Antiviral ve antibiyotik etkisi olan sarımsak Amerika Kanser Enstitüsü'nün kanserle savaşan en güçlü besinler listesinde yer alıyor. Günde 2-3 diş sarımsak tüketmenin kan kolesterolünü düşürücü etkisi olduğu belirlenmiştir. Pişirilerek tüketilen sarımsağın ise vücudu cıva ve kadmiyum gibi ağır metallerden arındırmaya yardımcı olduğu biliniyor.

Hamileler için kış tavsiyeleri

Hamilelik dönemi kış aylarına denk gelen anne adaylarının beslenmeden giyime birçok konuda dikkatli olması gerekiyor. 

Kış sebze ve meyvelerinin bebeğin gelişiminin yanı sıra annenin sağlığı için de çok önemli olduğunu belirten Medical Park Bursa Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Bahar Çelen, anne adaylarına şu tavsiyelerde bulundu.

Annenin hamilelik süreci oldukça hassas bir dönemdir. Özellikle çok soğuk olan kış aylarında anne adaylarının daha bir dikkatli olması gerekiyor. Bu zamanlarda soğuktan sakınmak, sağlıklı bir hamilelik açısından büyük önem taşıyor. Bebeği olumsuz yönde etkileyecek durumlardan korumak ve düşen vücut direncini güçlendirmek için beslenmeden hijyene, giyimden ilaç kullanıma kadar birçok konuya özen göstermek gerekiyor.

KIŞ AYLARINDA YEŞİL YAPRAKLI SEBZELER TÜKETİN
Kış aylarında dengeli beslenme metabolizmayı güçlendirmek açısından çok önemli. Bu nedenle gün içinde her besin grubundan yeterli miktarda alınmalı. Besinlerden gerekli karbonhidrat, yağ, vitamin, protein ve minerallerin sağlanması gerekiyor. Hamileliği kış aylarına denk gelen anne adayları şanslı da sayılabilir. Çünkü pırasa, ıspanak, kereviz, lahana ve karnabahar gibi demir zengini yeşil yapraklı, lifli sebzeleri döneminde tüketmeleri mümkün.

A VE C VİTAMİNLERİ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE DESTEK
Bağışıklık sistemini destekleyen A ve C vitamini alımını özellikle hamilelik sürecinde ihmal etmemek gerekiyor. Sizin için yeterli olan vitamin miktarını turunçgiller, havuç, brokoli, kabak, yeşil biber, karnabahar, yeşillikler gibi sebze ve meyvelerden sağlayabilirsiniz. Öte yandan C vitamini ile alınan demirin bağırsaklardan emilimi daha kolay ve fazla olduğundan posalı meyve ve sebzeleri tüketmenizde fayda var. Bağırsak hareketlerini arttırdığından taze sıkılmış meyve sularını da tercih edebilirsiniz.

D VİTAMİNİ İHTİYACINIZI BALIK İLE KARŞILAYIN
Hamilelik döneminde fazla kilo almamak hem bebek hem de anne açısından önemli. Fazla kilo alınımını önlemek için protein, vitamin ve kalsiyum ağırlıklı bir beslenme programının tercih edilmesi gerekiyor. Et, balık, tavuk, yumurta gibi besinlerle protein; süt, ayran, yoğurt gibi süt ürünleriyle kalsiyum; bol bol sebze ve meyve tüketerek de vitamin ihtiyacınızı kolayca karşılayabilirsiniz. Özellikle D vitamini ihtiyacını karşılamak için balık tüketimi çok önemli bir yer tutuyor. Haftada 1 porsiyon balık tüketmek kemik ve diş gelişimine katkı sağlıyor.

KAPALI VE KALABALIK ORTAMLARA DİKKAT
Soğuk havalardan kaçan anne adayları kış aylarında genellikle kapalı yerlerde vakit geçirmeyi tercih ediyor. Ama kalabalık bir ortamda birçok kişinin aynı havayı soluması hamileler için sağlıklı değil. Gidilen ortamda sağlıklı bir havalandırmanın olup olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü yetersiz havalandırma bulaşıcı hastalıkların daha kolay yayılmasına sebep olabiliyor. Bunun yanı sıra evlerde de doğalgaz, soba kullanımı, tozlar gibi nedenlerle de sağlıksız hava ortamı oluşabiliyor. Bu nedenle evi sık sık havalandırmak fayda sağlıyor. Bebekte gelişme geriliği, düşük doğum ağırlığı, öğrenme ve davranış bozukluğuna sebep olan sigara dumanından da anne adaylarının kaçınması gerekiyor.

BURUN TIKANIKLIĞI İÇİN TUZLU SU
Her insan gibi anne adayları da soğuk algınlığı ya da gribe yakalanmamak için kapalı ve kalabalık alanlarda uzun süre kalmamalı. Eller de sık sık yıkanmalı. Hastalık bulaştığında ise hamilelerin istirahat etmesi ve bol sıvı tüketmesi gerekiyor. Bu dönemde bebeğinizin de sizin de enerjiye ihtiyacı olduğundan beslenmenize daha fazla özen göstermelisiniz. Burun tıkanıklığı için tuzlu su ya da okyanus suyu kullanın. Ama öksürük, ateş ve nefes darlığı gibi semptomlar varsa en kısa zamanda doktorunuza başvurun. Çünkü doktorunuza danışmadan kesinlikle ilaç kullanmamalısınız. Hastalığın zatürre veya bronşite dönüşmemesi için erken müdahale büyük önem taşıyor.

YÜNLÜ VE PAMUKLU KIYAFETLER GİYİN
Kışın soğuk havadan korunmak için yünlü ve pamuklu, hava alan, yumuşak kıyafetler tercih edin. Kat kat giyinerek aşırı terlemeyi önleyin. Anne adaylarının dikkat etmesi gereken bir diğer nokta ise ayakkabı seçimidir. Kar ve buz gibi zeminlerde kaymayacak ve ayağı sıcak tutacak ayakkabılar tercih edilmeli. Öte yandan soğuk havalarda cildin kuruyup çatlamamasına da özen gösterilmeli. Bu süreçte cildiniz daha hassas olacağından özel bakım gerekebilir. Elinizi ve yüzünüzü ılık su ile yıkayabilir, nemlendirici kremler kullanabilirsiniz. Bol su tüketimi hem cilt hem de genel sağlığınız için ihmal edilmemeli.

Ameliyatlı Burun Kötü Görünmek Zorunda mı?

Estetik müdahaleler son zamanlarda gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Yine de kişilerin en fazla çekinerek yaklaştığı ameliyatlar burun ameliyatları. Sağlık sorunu olanlar bile yanlış estetik uygulamalarını görünce ameliyata çekinerek yaklaşıyor. 

Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel "burun ameliyatlarındaki sorun nedir?" diyerek güncel ve yüzlerce yıldır devam eden önemli bir estetik probleme değiniyor.

Akın Yücel'e göre burun estetiği Türkiye'de ve dünyada en sık yapılan estetik ameliyatların başında geliyor. En uzun zamandır yapılan, ilk tarif edilmiş ameliyatlardan bir tanesi. Hakkında ciltler dolusu kitaplar basılmış, binlerce teknik tanımlanmış. Sadece burun estetiği ile ilgilenen doktorların kurduğu birçok dernek var; her yıl onlarca kongre, seminer, kurs düzenleniyor. Yine de her yerde karşımıza kötü yapılmış burunlar çıkıyor. Muhtemelen iyi yapılmış burunların birçoğunu fark edemiyoruz; yine de kötü burunların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel "hekimler tarafından bu kadar ciddiye alınan bir ameliyatın sonuçları neden yeterince başarılı olmuyor?" diye soruyor ve anlatıyor…

Her Hastaya Uyan Burun Farklıdır
Prof. Dr. Akın Yücel; "Her plastik cerrahın amacı, hastada hem doğal, hem de güzel görünen bir burun yaratmaktır. Gerçekten de, iyi yapılmış bir burnun ameliyatlı olduğunu anlamamalı, ancak güzel bulmalıyız. Burun, güzel bir şekil verilmiş bile olsa, yüzün geri kalanı ile uyumlu olmayınca doğallığını kaybediyor ve ameliyatlı olduğu anlaşılıyor. Geniş yüzlerde burnun fazla inceltilmesi, uzun yüzlülerde fazla kısaltılması yüz oranlarını bozarak gözü rahatsız ediyor." diyor. Akın Yücel'e göre bu hatalara düşmemek için ameliyat öncesinde yüzün fotoğraflarının çekilip iyi analiz edilmesi gerekiyor. Yeni burnun tasarlanmasında, cerrahın teknik kapasitesi kadar estetik algısı da öne çıkıyor. Burnun tasarlanması sırasında hastanın karakteri, yaşı, sosyal konumu ve etnik özelliklerinin de dikkate alınması gerekiyor. Erkek ve kadınlarda estetik hedefler çok farklı oluyor ve burnun, cinsiyet özellikleri göz önüne alınarak tasarlanması gerekiyor. Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel bir erkeğe kavisli ve kalkık bir burun yapılmaması gerektiğine değiniyor. Hekimin hastanın ne istediğini, hastanın da hekimin ne yapacağını net bir şekilde anlamış olması gerekiyor. Yücel, "Ben, hastalarımın örnek resimler getirmelerini teşvik ediyorum. Ben de neler yapabileceğimi, bir bilgisayar programı kullanarak hastanın resmi üzerinde gösteriyorum." diyor.

Ameliyat Sonrasında Burundan Nefes Alabilmek
Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, önceleri estetik burun ameliyatları sırasında hastaların solunumunun gözetilmediğini belirtiyor. "Eski dönem aktrislerin bir kısmının burunları tıkalı gibi konuşmalarının bir nedeni de budur." diyen Yücel'e göre onlar sayesinde genizden konuşma hali bir çekicilik kazandı. Ancak, artık modern burun ameliyatlarında, solunum fonksiyonuna en az estetik görünüm kadar önem veriliyor. Estetik uğruna solunumun feda edilmemesi; ameliyat sırasında hastanın var olan solunum sorunlarının da mutlaka çözülmesi; ameliyattan sonra hastanın rahat nefes alabilmesi ve ses tınısının bozulmaması gerekiyor.

Doğru Teknikleri Bilmek ve Uygulayabilmek…
Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, burun cerrahisinin, plastik cerrahinin en hızlı gelişen ve üzerinde en çok çalışan dallarından birisi olduğunun altını çiziyor. Bu konuda sürekli yeni teknikler geliştiriliyor. Yücel'e göre burun ameliyatı yapan plastik cerrahın medikal yayınları ve kongreleri düzenli takip etmesi önem taşıyor. İdeal bir cerrahın cerrahi tekniği düzgün uygulayabilecek el becerisi ve deneyime, komplikasyonlarla baş edebilecek bilgi ve tecrübeye sahip olması gerekiyor.

En sık yapılan hatalar burnun fazla kısaltılması, fazla oyulması, burun sırtının geniş kalması ya da burnun aşırı daraltılması, burun ucunun fazla sivrileştirilmesi, burun çökmeleri, düzensizlikler, asimetriler ve solunum güçlükleri olarak öne çıkıyor. Aslında uygun teknikler doğru uygulandığında bu tür sorunlarla nadiren karşılaşılıyor. Ancak, teknik açıdan başarılı bir burun her zaman güzel görünmeyebiliyor. Burada plastik cerrahın estetik algısı öne çıkıyor. Bu sadece mesleki eğitimle kazanılabilen bir özellik değil. Hekimin görsel algısı, kişisel beğenileri, kültür birikimi ve görgüsü sonucu doğrudan etkiliyor.

13 Ekim 2016 Perşembe

Hayallerimi gerçekleştiren ateşli baldız

Merhaba baldız sex hikaye okurları, ben Hollanda’da yaşayan evli 24 yasında bir gencim evlendikten sonra hayatım çok güzel oldu ama baldızım la göz göze geldiğimiz de yağlarım eriyordu onun da eridiğini biliyordum o da evliydi bir de çocuğu var ama süper güzel vücudu bal gibiydi bizim aile bağlarımız kuvvetli olduğun dan haftada bir gelir oturur sohbet ederdik bir hafta sonu beni aradı ve bize gelmek istediğini müsait olup olmadığımızı sordu bende karımın işte olduğunu benim evde olduğumu gelmesini söyledim.
Geldi saat 14 gibiydi kocasıyla kavga etmiş morali bozuktu oturduk kahve içtik ona moral verdim ama göz göze geldiğimiz de ikimiz de konuyu değiştiriyorduk üstünde bluz altında da kumaş pantolon vardı göğüs dekoltesi açıktı eğildiği zaman memeleri dışarı fırlaycakmış gibi oluyor bende kuduruyordum rahatlamıştı konuştukça eşimin kaçta geleceğini sordu bende 22 de geleceğini söyledim Ben mutfağa gidip yiyecek çikolata getirdim beraber yedik bende cesaretlenip yanına oturdum cep telefonum fotoğraf çekme özelliği var beraber fotoğraf çekinelim dedi tamam dedim bir elim le tuttum bir elimle de yanak yanağa geldik işte o anda içim de fırtınalar koptu kalbim hızlı  atıyordu 10 15 tane çektim parfümü beni baymıştı.  bende dvd koleksiyonu var 100.120 tane filmim var canının sıkıldığını film bakmak istediğini söyledi bende istediğini koymasını söyledim.

Dvd kutusunu getirdim bakmaya başladı porno dvd sini eline aldığın da halimi görmeliydiniz utansam mı sevinsen mi bilemedim buna bakalım dedi tamam dedim bakmaya başladık benden utanma dedi bende yok dedim aynı koltukta oturuyorduk film de sıkış sahneleri ilerledikçe koltuk da mayışmaya başladı benim de sıkım kazık gibi olmuştu cesaretimi topladım ve elimi göğüslerine attım bana baktı ne tepki verecek diye cokk korktum kafamı çekti ve dudaklarıma asıldı.
sevişmeye başladık buluzunu çıkardım süper memeleri vardı sutyenini hırsımdan yırttım uzattım koltuğa memelerini yalıyordum bembeyaz vücudu süper güzellik çocuk yapmasına rağmen süper vücudu vardı benim pantolonumu açtı ve sakso çekmeye başladı ben dayanamadım ve ağzına boşaldım güldü banyoya gidip ağzını yıkadı.geldi bir daha kalkar mı dedi bende kaldır dedim tekrar sakso yapmaya başladı pantolonunu indirdim sonra ikimiz de çırılçıplak kaldık.
Yatak odasına geçtik 69 yaptık amı taş gibiydi beni sıkmıycek misin dedi ?bende hemen bacak arasına geçip amina sokmaya
başladım inanamadım amı dap dardı ben soktukça erkeğim diye inliyordu 20 dakika boyunca pozisyon değiştirip baldızımı evire çevire sıktım. Bana götten sikmemi istedi bende hemen götünü yalamaya başladım pes pempe deliği vardı tükürükledim benim kinin kafasını yitmeye başladım kafası girdi öyle bir kasıldı ki sıkımı koparacak tı sonra hepsini kökledim öyle bir
çığlık attı ki komşular gelecek diye tedirgin oldum sik beni diye inliyordu götünün derinliklerine boşaldım ikimizde yorulmuştuk birer sigara içtik sonra tekrar sikişmeye başladık.
Saatler çok hızlı geçmişti biz toparlandı eşim eve geldi anlayacak diye çok korktuk anlamadı o günden sonra haftada 1-2 gün beraber olup saatlerce sıkışıyoruz bana söylediği ise kocam beni böyle sikse bana böyle yaptığın için vururdum seni dedi. şimdi baldızım hamile ve tahminimiz çocuk benden ne yapacağız bilmiyorum ama süper baldızım için ölümü bile göze alırım.